YAZI: Mehmet Nuri Özdemir

"Biz iyi insanlardık, buğdayı ve gülleri severdik..."1

Yanyana, omuz omuza yürüdüğümüz eylem kortejlerinden, yan yana düşen yoldaşların fotoğraflarının dizildiği günlere doğru zaman durmadan akıp duruyor.

Tünellerden yükselen barış umudunun sokaklarımıza, caddelerimize, pencerelerimize bir yaz yağmuru gibi düştüğü bu günlerde bir yıldız misali toprağa düşen yoldaşları hatırlıyoruz.

Zamansız bir şekilde yitirdiğimiz Mustafa’nın (11 Mayıs 2025) yaka resmiyle eve geldikten sonra, resmi usulca yakamdan söküp son yıllarda emek mücadelesinden barışa doğru uzayan yolda kaybettiğimiz Aziz (30 Aralık 2015) Rıdvan, (10 Ekim 2015) Dilek (21 Ağustos 2018 ) ve İbrahim’in (20 Eylül 2018) yanına bırakıyorum. Bu yazı zamansız yitirdiğimiz beş yoldaşa adanmıştır.

Kürt halkı özgür bir yaşam ve onurlu bir barış için büyük bedeller ödedi.

Beş emek yoldaşı, hem Kürt sendikacılığının, hem Kürt kimlik mücadelesinin içinde yitirdiğimiz sayısız canlardan sadece beşi, kervanın sade birer yolcusu. Aynı amaç uğruna yan yana düşmüş sayısız insanı ayırmak etik bir hata olur elbette; fakat her birinin kendine has bir saygıyı hak ettiğini de ihmal edemeyiz.

“Savaş bir halk sağlığı sorunudur.”2

Yitirdiğimiz insanları, genellikle aklımızda kalan son halleriyle hatırlarız. Mesela Aziz, bir toplantıda yaptığı öfkeli konuşmasıyla aklımda kaldı. Bir çocuk babasıydı. Cizre’deki kent savaşlarında günlerce barış için feryad figan edenlerdendi Aziz. Sağlıkçıydı, yaşamın kutsallığına inanan ve bu uğurda düşen, yüreği temiz, kalbi yurt sevgisiyle dolu, öyle her süreçte bulamayacağımız netlikte bir duruşun sahibiydi. Onurlu barışa giderken düşenlerdendi Aziz. Gençliğini her hatırladığımızda geceleri uykularımız bölünür, öfkeleniriz. Cizre’nin direngen tarihine emanet ettik Aziz’i…

“Savaş insanlık değerlerini yok ediyor, ben insanım…"3

Rıdvan’ı Ankara garında yaşanan 10 Ekim katliamında kaybettik. Soğuk Tatvan günlerinin sıcak yoldaşıydı Rıdvan. Üç çocuk babası bir Kürt emekçisi. Demiryollarında işçiydi. Rıdvan’nın en güzel özelliği bir şeyi bilmesine rağmen yine de bir başka arkadaşa soru sorarak bildiği şeyi

pekiştiren yanıydı. Bir gün kendisine “sanki sorduğun soruların cevabını biliyorsun” dedim. Gülümsemiş ve “evet, öyle, ama bildiklerimi arkadaşlardan da duymak daha iyi oluyor” demişti. Beyni dincilikle yıkanmış yobaz bir Kürdün aramıza yerleştirdiği bombanın patlamasından beş dakika önce görüşmüştük Rıdvan ile. Amed korteji toparlanmak için beklemeye geçmişken, o sırada Rıdvan’ın da içinde olduğu BTS’li yoldaşlar gelmişti. Sarıldık, kucaklaştık, uzun süredir görüşmemiştik. Barış umudu için Ankara’ya gelmişti Rıdvan. Her şeye rağmen umutluyduk. Ama olmadı. Biz evimize döndük; Rıdvan ve diğer canlar dönemedi. İnsanın yaşadığı yeri kendi evi olarak görmemesi, orada kendini yabancı hissetmesi ahlakın bir parçasıdır demişti Adorno.

10 Ekim katliamından sağ kurtulanlar olarak uzun süre ve belki de bir ömür boyunca bu duyguyla yaşayacağız; ölümle, zulümle dayatılmış yersiz, yurtsuz kiliğimizle… Barışın bedelini ağır ödemiş, 104 canımızı Ankara’nın ortasında kaybetmiştik. Rıdvan’ı çocuklarının masum bakışları arasında Siirt’in sessizliğine emanet edip yersiz-yurtsuzluğumuza geri dönmüştük.

“Hep gülümsüyorsun, aklının ortasında mavi bir yıldız varmış gibi”4

Dilek’i anlatmanın en iyi yolu öncelikle emek olgusunu bilince çıkarmaktan geçer. Dilek, durmak bilmeyen enerjisiyle yıllarca bir taraftan öğretmenlik, diğer taraftan işyeri temsilciliğinden sendika genel merkez yöneticiliğine kadar, sendikalcılığın her aşamasında çeşitli görevler üstlendi. Yükselen kadın mücadelesinin neferliğini ihmal etmedi. KHK ile işinden atıldıktan sonra ise Kürt halkının özgürlük mücadelesine seyirci kalmadı ve demokratik siyasette sorumluluklar üstlendi. Dilek ile son anımız Kars kalesine çıktığımız gündü. Bir toplantı için Kars’a gitmişken, toplantı sonrası o buz gibi havada bizlere dönüp “kim bilir bir daha ne zaman Karsa geliriz” deyip bizi Kars kalesine çıkmaya ikna etmişti. Dönüşte bütçesi oranında küçük bir dilim Kars kaşarı almıştı. Onu hiç unutamadım. Dilek son zamanlarda giderek şiddetli baş ağrıları yaşamaya başlamıştı. Bir gün kuruma gelmedi. Telefonu uzun uzun çaldı ama açmadı. Sonra onun sağlık durumunu dert eden nadir arkadaşlardan biriyle evine gittik. Uzun uzun kapıyı çaldık. Dilek aldığı ağır ilaçlardan dolayı yorgun düşmüş, kendinden geçmişti. O gün çok korkmuştuk… Fakat o gün atlattığımız korku kısa bir süre sonra en acı şekilde geri döndü. Dilek, beyin ameliyatından sonra gözlerini açamadı, geri dönmedi, belki de dönmek istemedi, bir çok yoldaş gibi Dilek ile vedalaşamadık. Sıcak bir yaz günü Batman’ın kalbine gömdük onu.

“Çarpıtılmamış yaşamın geriye kalan tek imgesi ölümdür.”5

İbrahim bir bilgeydi. Uzun süre öğretmenlik yaptı. Sendikal hareketin en zor yıllarında bile asla geride durmadı. Demokratik siyasetin sorumluluklarını üstlenmekten çekinmedi. Cezaevlerine kapatılarak özgürlüğü elinden alındı. Urfa halkı İbrahimileri sever. Bizim İbrahimi’de sevdi Urfa. İbrahim Urfa halkının teveccühüyle milletvekili seçilip meclise gitti. Onunla son görüşmemiz Suruç’ta katledilen gençlerin mahkemesinin olduğu gündü. Yorgunluğu ve durgunluğu aklımda kalan son şey olabilir. Birinci çözüm sürecinin bozulmasından hemen sonra iktidar, güvenlik paradigmasına geri dönerek şiddeti adeta bir rejime dönüştürdü. Her gün yüzlerce Kürdün evine baskınlar düzenlenerek büyük gözaltı ve kapatma operasyonları başladı. Milletvekilleri, belediye başkanları, parti yöneticileri, sendikacılar, kadınlar, gençler gözaltına alınıyor, tutuklanıyordu. Bir çok Kürt nefes alabilmek için sürgün yollarına düşmek zorunda kaldı. İbrahim o yolculardan sadece biriydi. Bir nefes alabilmek için düştüğü yollarda nefessiz kaldı İbrahim. Bir Kürdistan kayasının dibinde kalbi durdu Onu kadim Urfa’nın tarihine emanet ettik…

“Birbirini zerrece sevememiş, yoldaş olmayı bile denememiş yüzlerce yurtsever-devrimci, sistemin özgürlüğünden ve ekmeğinden etme saldırısıyla karşılaştı. Hiçbirini birbirinden ayırmadı düzen. Bu bize ders olsun. Birleşip, yoldaş olup ayağa kalkarsak bu da onlara dert olur.”6

Mustafa, İbrahim gibi emek mücadelesinin bilgelerinden biriydi. Yıllarca dur durak demeden işçi sendikacılığı yapmış ve en son demokratik siyasetin içinde sorumluluklar üstlenmişti. Son zamanlarda yaşadığı kimi sorunları yaptığımız bir yolculuk sırasında anlatmıştı. Daha sonra uzun uzun konuşuruz demişti, konuşamadık… Bu sorunların ortasında çok sevdiği ve yıllardır göremediği kardeşi Gülistan’ın yaşamını yitirmesi onu derinden sarstı. Mustafa düştüğü yerden her zaman kalkabilecek ve asla dizlerinin üzerinde yaşamayacak kadar direngen bir yoldaştı. Ancak yaşamın zorlukları, coğrafyamızın acımasız ve keskin yaşamı ve de hayata kayıtsız kalan modern sosyolojik gerçeklik bazen inanılmaz şekilde yoruyor, parçalıyor insanı. Zira insan canlılar içinde en narin varlıktır; anlayış ister; dost, arkadaş, yoldaş ister yanı başında… Mustafa çok direndi. Yorulmasına rağmen, kırılmadı, düşmedi. En zor zamanlarda bile bir şekilde yola devam etmenin umudunu dirilten nadir yoldaşlardan biriydi O. Mustafa’ nın kalbi kardeş acısına, zamana ve insana dayanamadı. Geriye çocuksu merhameti, her koşulda yolda olmanın dayanıklılığı ve sorgulanmayan bir yaşamın asla özgür bir yaşam olamayacağını bizlere her defasında hatırlatan duruşu kaldı. Onu Batman’da kardeşi Güle’ye ve yoldaşı Dilek’e komşu ettik. Köylerden, mahallelerden, fabrikalardan, tarlalardan, sokaklardan çıkıp gelmiş halk çocuklarıydı bizim yoldaşlarımız. Hepsi de çok iyiydi.

“Yiğit çocuklardı yoldaşlarımız, yakınmazlardı ne işten, ne sussuzluktan, ne de dondurucu soğuktan…

Ağaçların ve dalgaların huyu vardı onlarda: rüzgârı ve yağmuru kabul eden, güneşi ve geceyi kabul eden, değişim içinde değişmeden.”7

Tüm haysiyet sahibi insanlar ve dünyanın dört tarafına dağılmış sürgünlerimiz ağladı onlar için. Sıradanlaşan hayatın ortasında onları hatırlamak ve anmak bir ölçü, bir kendine gelme halidir. Biraz düşününce insan, özgürlük arayışının en zahmetli halkasında onları kaybetmenin yanızlığını, onları hatırladıkça zulme, yalana, sahtekarlığa boyun eğmemenin onurunu yaşıyor. Son on yılda yaşadıklarımız sıradan değildi. Roboski’den sonra asla barışamayız diyorduk. Ama öyle olmuyor işte. Elleri, kolları, ayakları kopmuş, üşümüş, paramparça olmuş aç çocukların başında öfkesini terbiye etmeyi öğrenen Roboskili annelerden öğreniyoruz barışın bir yol olduğunu.

Her şeyin sıradanlaşmasına karşı bir direniştir yolda olmak.

Yoldaşlarımız yolda veda ettiler bize. Onlara sözümüz özgür bir ülkede onurlu bir barış için yolda olmaktan, yolu büyütmekten başka bir şey değil. Şimdi her adım başında kimliklerimizin sorulduğu kentlerin sokaklarında, köylerde, mahallelerde, fabrikalarda, tarlalarda bizlere “barış olacak mı” diye soruyorlar. "Sıkıysa olmasın” diyoruz. Ahmet Arif’in dediği gibi:

“Gün ola devran döne,

umut yetişe Dağlarının,

dağlarının ardında Değil öyle yoksulluklar,

hasretler

Bir tek başak bile dargın kalmayacaktır

Bir tek zeytin dalı bile yalnız
Sıkıysa yağmasın yağmur

Sıkıysa uykudan uyanmasın dağ

Bu yürek ne güne vurur!”

1- İlhan Berk’in dizesi.

2 - TTB’nin savaş karşıtı temel mottosu.

EMEP Sivas İl Örgütü: Uyarılar göz ardı edildi, denetimsizlik ölüm getirdi
EMEP Sivas İl Örgütü: Uyarılar göz ardı edildi, denetimsizlik ölüm getirdi
İçeriği Görüntüle

3- Rıdvan Akgül’ün mezar taşında yazılıdır.

4- Didem Madak’ın dizesi

5- İbrahim Ayhan’ın 04.08.2018 tarihinde X hesabında paylaştığı T. Adorno’nun sözü.

6- KHK’lar vızır vızır çıkarılıp on binlerce emekçi işininden aşından olurken Mustafa X hesabında

7- Yorgo Seferis’in Roman adlı şiir çalışması Argonotlar bölümü.

8 -Ahmet Arif’in Vay Kurban adlı şiirinden