Burjuva demokrasileri kavramı, sosyalistler tarafından telafuz edilsede, kapitalist sistem içinde sosyal devletin varlığı ve temel insan haklarının var olması temelinde ortaya çıkıyor. Aslında, kapitalizmde demokrasinin var olması ve bunada burjuva demokrasisi tanımı yapılması doğru değil. Sosyalistler bile yıllardır bu tanımı yapıyorlar ama bunu doğru bulmuyorum. Çünkü burjuva demokrasisi tanımı, demokrasinin burjuvaziye ait olduğu sonucuna yol açar.  1950 sonrası, Avrupa'da demokrasinin azbuçuk yaşamsallık kazandığı bir sürece girildi. Siyasetin demokrasi olmadan işlevsellik kazanamayacağı bir süreç başlamıştı. Avrupa işçi sınıfı, sanayinin gelişimiyle nicel olarak büyümüş ve nitel gelişmeyi kısmen tamamlamıştı. Ancak bu kısmi nitel gelişime rağmen, işçi sınıfı, patronlardan demokrasinin gereklerini yerine getirmelerini bekliyor, sadece kapitalist sietem içinde, bazı yaşamsal hakları yeterli buluyorlardı. İşçi sınıfı ve halk, günümüze kadar bile, kapitalizme alternatif bir sistem arayışına girmemiştir ve bazen ortaya çıkan ekonomik-siyasi krizlere, sistem içi bir çözüm arayışlarını sürdürüyorlar, kendi kendilerini yönetebilecek demokrasiyi sadece seçtikleri temsilciler vasıtasıyla temsili olarak yaşamaya devam edeceklerdi.

***

 Avrupa'da göreceli refah seviyesi, sosyal devletin ve bazı sosyal-ekonomik hakların varlığı,  Avrupa halkını iyi şartlarda yaşama sarhoşluğuna kaptırdı. Avrupa'da halkın devlete bağımlı olma durumu var. Bu bağımlılık durumu, demokrasiyi sürekli devletin uyguladığı bir sistem olmaktan çıkarmıyor, halkı demokrasiyi doğrudan yaşayabileceği idari araç gereçlere sahip hale getirmiyor, halkın rejime olan bağımlılığı böylece devam ediyor. Burjuva demokrasisi tanımıda, demokrasinin kapitalizmde uygulandığı için yapılıyor. Emek ve sınıf bilinci pek gelişmemiş olan halklarda demokrasinin burjuvazinin bir lütfu-iyiliği olduğunu düşünüyorlar. Özellikle geri kalmış ülkelerde bu anlayış zirvededir. Avrupa'da demokratik-ekonomk ve sosyal hakların ortaya çıkışı, bir devlet sistemine dönüşmesi ve günümüze kadar sürmesi, 1950 sonrası ortaya çıktı. Rusya'da sosyalist devrimin olması ve gelişip güçlenmesi ve Sovyetlerin 2 dünya savaşının kazanılmasında en önemli rolü oynaması, Avrupa'da gelişmiş ülkelerin en azından kendi içlerinde bazı demokratik adımlar atmaları konusunda etkili oldu. Yani Sovyetlerin güçlü varlığı sayesinde Avrupa'da kısmi bir demokrasi ve sosyal devlet anlayışı yaşama hakim oldu. Yani Avrupa'da günümüzde devam eden  sosyal devlet ve refahın yüksek olması aslında Ekim Devrimi'nin sayesinde oldu ve bunda işçi sınıfı ve halkınn mücadelesininde payı var. Avrupa burjuvazisi, örgütlü işçi sınıfı ve halkın, Ekim Devrimi'nin etkisinde kalarak sosyalist bir alternatiff arayışına girmesini, sosyal devlet projesini hayata geçirerek önlemiş oldu. Sovyetler'deki sosyalizmin sonlanması sosyalizmin yanlış ve yetersiz uygulanmasından kaynaklandı ama Avrupa'da kısmi bir demokrasinin ve sosyal devletin ve refahın yüksek olmasına da faydası oldu. Bu açıdan, bazılarının, Avrupa demokrasileri ayakta durdu, Sovyet sosyalizmi yıkıldı derlerken, sanki Avrupa demokrasisi Sovyet sosyalizminden daha ileriymiş gibi düşünüyorlar, oysaki bu çok yanlış. Çünkü Avrupa demokrasileri Sovyetlerin sosyalist varlığının ve güçlenmesinin  dolaylı bir kazanımıdır diyebiliriz.  

***

Ancak bu demokratik atmosferde sol siyasi güçlerin daha çok gelişim göstermeleri ve sosyal  devletin ve hakların sınırlarını daha çok genişleteceklerine bazı haklara razı olup, devletin merkezine yerleşmeleri ve sistemin yedek bastonu haline gelmeleri, işçi sınıfını ve halkı burjuvazi karşısında güçlendirmemiş, sisteme geleneksel bağımlılığının sürmesine yol açmıştır. Çünkü demokrasi gelişim gösterdikçe, halkın siyaset mekanizması üstünde daha çok söz sahibi ve etkili olması gerekir.   Sadece günlük ekonomik yaşamla ve karnını doyurmakla ilgilenen bir halk olmaktan çıkıp, biraz devlet aygıtını denetleyebilecek güçte bir toplumsal gelişimin olması demokrasinin gereğidir. Tabi Avrupa'da ağır sanayinin gelişmeye başlaması 150-200 yıl öncesine dayanıyor ve bu zaman zarfında, işçi sınıfı gelişim göstermiş bazı hakların olması için birçok bedel vermiştir. Sadece bazı haklara sahip olma temelinde iyi şartlarda yaşama talebi günümüze kadar devam edip, alternatif bir sistem arayışı henüz yok. Sadece ekonomik yaşamı öncelikli hedef olarak gören, siyasetle pek ilgilenmeyen, alternatif sistem arayışı olmayan ve daha kötüsü, devlete ve mevcut rejime bağımlılığın artmış olmasıdır. Avrupa ülkelerinde belli bir demokrasi olmasına karşın, dış dünyaya yönelik olarak emperyalist yayılmacılık farklı yol ve yöntemlerle devam etmektedir.

Avrupa, emperyalist siyasetle dünya üzerinde etkili olma durumuna devam ediyor. Bu egemenlik siyaseti zaman zaman şiddetlenip savaşa dönüşebiliyor. Onlarca yıldan sonra, Rusya'nın Ukrayna'ya girmesi, Avrupa'yı tekrar bir savaşın eşiğine getirmiş olup, Avrupa heran bir savaşa sahne olabilecek bir tehlikeyle karşı karşıya bulunmaktadır. Avrupa'nın kendi içinde kısmi bir demokrasiyi yaşaması, dünyaya karşı emperyalist olmasını sona erdirmemiştir. 2 Dünya savaşı öncesi, Avrupalı emperyalist ülkelerde bir teklilik vardı. Sovyetlerin varlığı ve güçlenmesi, kapitalist Avrupa ülkelerini bir paktın şemsiyesi altında  birleştirmiş, kendi aralarındaki emperyalist savaşları sona erdirmiş, bu emperyalist savaşı dış dünyaya karşı birlikte yürütme siyaseti günümüze kadar aksamadan yürütülüyor. Avrupa halkında, gelişmemiş ülkelere nazaren birçok bakımdan bir gelişme olmasına rağmen, sosyal ve kültürel olarak çok ileri düzeyde olduğu söylenemez. Emperyalist sistemlerin dış dünyaya yönelik saldırılarına çoğu kez ilgisiz kalma durumu var. Refah sevilerinin iyi olması ve sosyal devletin-hakların olması, çoğu kez halkı emperyalist savaşlara göz yumar halde bırakıyor.

Kendi ekonomik yaşamıyla aşırı derecede meşgul olan Avrupa halkını, dış dünyada olup bitenler pek ilgilendirmiyor. Tabi buda toplumda demokrasi kültürünün çok sığ ve dar geliştiğini gösteriyor. Aynı zamanda, Avrupa'daki demokrasilerin hala halk demokrasileri haline gelemediğidir. Yoksa, demokrasilerde halkların savaşlara ilgisiz olmaları ve umursamazca yaklaşmaları düşünülemez. Demokrasi, kendi sorunlarını çözmek ve iyi şartlarda yaşamak kadar, başka halklarlada yardımlaşmayı, dayanışmayı ve dostane ilişkiler geliştirmeyi ve insanlık sorunlarına duyarlı olmayı gerektirir. Avrupa'da halk, içinde yaşadığı refah koşullarından dolayı, dünya sorularına ve insanlığın en temel demokrasi ve özgürlük sorunlarıyla pek ilgilenme gereği duymuyorlar. Ancak, Avrupa halkı, kendi sorunlarıyla, kriz koşullarında ilgileniyorlar, hükümetlere kısmen diz çöktürüyorlar. Gelişmemiş ülkelere nazaren, Avrupa'da güçlü ve örgütlü bir işçi sınıfı ve halk, demokratik kitle örgütleri var ve bu durumun varlığı, hükümetler üzerinde azbuçuk caydırıcı ve etkili olabiliyor. İşte sol siyasi partilerin bu imkan ve olanakları değerlendirip daha çok güçlenip halkın devlet üzerindeki kısmi etkisini yukarı çıkarıp demokrasiyi daha kapsamlı hale getirmeleri gerekiyor. Bunu yapmalarının her türlü imkanı fazlasıyla mevcuttur.