Türkiye, son yirmi yıldır AKP iktidarının otoriter politikalarının yarattığı kırılmalarla sarsılıyor. Bolu Kartalkaya’daki otel yangını, yalnızca alınmayan güvenlik önlemleriyle değil, liyakatsiz yönetim, torpil, ve toplumsal duyarsızlıkla da açıklanabilecek bir trajedi olarak hafızalarda yer etti. Bolu Kartalkaya’daki otel yangını, Türkiye’nin uzun yıllardır süregelen liyakatsizlik, torpil, denetimsizlik ve toplumsal duyarsızlık sorunlarının trajik bir örneği oldu. Ancak bu tür felaketler sadece sistemin çöküşüne işaret etmez; aynı zamanda bireylerin sorumluluk almadığı bir toplumda, çöküşün nasıl hızlandığını da gösterir. 

Liyakatsizlik ve Torpilin Yarattığı Kırılgan Sistem

AKP iktidarında liyakatin yerini sadakat alırken, kamu kurumlarının alt yapısı çürüdü, denetim mekanizmaları felç oldu. Nepotizm, yani akraba ve yakın çevreyi kayırma kültürü, yangından mal kaçırma misali tüm alanları sardı. Max Weber’in “bürokratik rasyonalite” teorisine zıt olarak, Türkiye’de bürokrasinin işleyişi, artık bir “kişisel sadakat mekanizması” haline geldi. Bu yozlaşma, yangın söndürme sistemlerinden bina güvenlik önlemlerine kadar birçok hayati alanda kendini hissettiriyor.

Bolu Kartalkaya’daki yangında otelde yeterli yangın önlemlerinin alınmamış olması, bu liyakatsiz yapının bir sonucuydu. Oysaki yangın önleme sistemleri, yalnızca bir yatırım değil, insan hayatını koruyan bir zorunluluktur. Ancak AKP’nin kamu ve özel sektöre dayattığı gevşek denetim kültürü, bu önlemleri gereksiz maliyet kalemlerine dönüştürdü.

Felaketlere Davetiye: İhmal ve Denetimsizlik

Yangın gibi felaketler, genellikle “doğal” olarak adlandırılır. Oysa Naomi Klein’ın “Felaket Kapitalizmi” kavramıyla belirttiği gibi, çoğu zaman felaketler doğal değil, insan yapımıdır. Kartalkaya’daki yangın, alınmayan önlemlerin bir sonucuydu. Oysa Avrupa Birliği standartlarına uygun yangın yönetmelikleri uygulanmış olsaydı, bu yangın önlenebilirdi. Ancak AKP iktidarında denetim mekanizmaları, inşaat sektöründeki çıkar ilişkilerine kurban edildi.

TMMOB’un (Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği) raporlarına göre, Türkiye’de inşaat ve turizm sektöründe yangın güvenliği standartlarına uymayan yapıların oranı oldukça yüksek. Ancak bu yapılar, siyasi bağlantıları sayesinde ruhsat almayı sürdürüyor. Kartalkaya’daki otel de, bu sistemin bir kurbanıydı.

Demokrasiden Uzaklaşmanın Bedeli: Felaketler Zinciri

Rıdvan Yıldız yazdı: Hakikat yolunda bilinçlenmek Rıdvan Yıldız yazdı: Hakikat yolunda bilinçlenmek

AKP iktidarının antidemokratik uygulamaları, sadece siyasi bir baskı rejimi oluşturmakla kalmadı, aynı zamanda toplumsal güvenlik alanında da büyük zaaflar yarattı. Örneğin:

  • 2013 Gezi Parkı Protestoları: Demokratik taleplerle başlayan bu hareket, hükümetin otoriter müdahalesiyle bastırıldı. Ancak protestoların bir diğer yönü, çevresel ve toplumsal güvenlik talepleriydi. Gezi Parkı direnişi, kentleşme politikalarının felaketlere davetiye çıkardığını haykırıyordu.
  • 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi Sonrası: OHAL sürecinde yayımlanan KHK’larla kamu personeli tasfiyeleri yapıldı. Bu süreçte sadece fetö mensupları değil, aynı zamanda iktidarın çıkarlarına ters birçok kişi, kurumda tasfiye edildi. Bu tasfiyelerde liyakat değil, siyasi sadakat kriterleri etkili oldu. Kamu kurumları bu süreçte daha da işlevsiz hale geldi.

Bu siyasi kırılmalar, denetimsizlik ve liyakatsizliği kalıcı hale getirdi. Her felaket, bu kırılmaların izlerini taşır hale geldi. Kartalkaya yangını, antidemokratik yönetim anlayışının yalnızca bir sonucu olarak değil, aynı zamanda ihmallerin bedeli olarak karşımıza çıktı.

Türkiye’de Felaketlerin Kronolojisi ve İstatistiklerle Sessizlik

AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana, Türkiye büyük çaplı felaketlerle karşı karşıya kaldı. Bu olaylar, sadece ihmalleri değil, aynı zamanda sistematik olarak inşa edilen bir çürümenin sonuçlarını gözler önüne seriyor. İşte bazı çarpıcı örnekler:

  • 2014 Soma Maden Faciası: Türkiye tarihinin en büyük iş kazasında 301 madenci hayatını kaybetti. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın raporlarına göre, facianın sebebi alınmayan önlemlerdi. Ancak sorumlular ciddi bir cezaya çarptırılmadı.
  • 2018 Çorlu Tren Kazası: Ulaştırma Bakanlığı’nın denetimsizliği sonucu meydana gelen kazada 25 kişi hayatını kaybetti, 317 kişi yaralandı. TCDD’nin hat bakımını özelleştirmesi ve liyakatsiz kişilere ihale verilmesi bu felaketin temel nedenleriydi.
  • 2020 Elazığ Depremi: 41 kişinin hayatını kaybettiği depremde birçok bina, “dayanıksız” raporlarına rağmen yıkıldı. Deprem sonrası “çürük binalara ruhsat veren yapı denetim şirketlerinin siyasi bağlantıları” gündeme geldi.
  • 2023 Kahramanmaraş Depremi: 50 binden fazla insanın hayatını kaybettiği bu depremde, denetimsizlik ve imar affı politikaları faciayı büyüttü. Türkiye, 1999 Marmara Depremi’nden ders almamıştı. 2003-2022 yılları arasında AKP hükümeti 7,5 milyon yapı için imar affı çıkardı.

Toplumun Değerlerindeki Erozyon

Hannah Arendt’in “kötülüğün sıradanlığı” kavramı, Türkiye’nin içinde bulunduğu duyarsızlaşmayı anlamak için önemli bir rehberdir. AKP’nin inşa ettiği medya ve propaganda düzeni, felaketlerin normalleşmesine yol açtı. Depremler, yangınlar, maden kazaları ve sel felaketleri, kısa süreli öfke patlamalarının ardından unutuluyor.

Felaketlerin ardından gösterilen tepkisizlik, yalnızca siyasi bir sorunun değil, aynı zamanda toplumsal bir çürümenin göstergesidir. Byung-Chul Han’ın “Şeffaflık Toplumu” eserinde belirttiği gibi, modern toplumlar “duygu yorgunluğu” yaşar. Türkiye’de sürekli art arda gelen felaketler, toplumu bu yorgunluğa sürükledi. İnsanlar artık ne öfkeleniyor ne de harekete geçiyor; sadece izliyor.

Siyasi Çözüm: Demokrasiye Dönüş ve Eylemsellik

Bu yapısal sorunların çözümü, yalnızca iktidar değişikliğiyle mümkün olacaktır. Ancak AKP’nin otoriterleşen rejimi, bu değişimi kendiliğinden getirmeyecektir. Dünyadan örnekler, iktidar değişiminin güçlü ve sürekli bir muhalif eylemsellik gerektirdiğini gösteriyor:

  • Şili’deki Öğrenci Hareketleri: Şili’de öğrenciler, 2011 yılında eğitimin özelleştirilmesine karşı büyük bir toplumsal hareket başlattı. Bu hareket, yalnızca eğitim politikasında reformlara yol açmakla kalmadı, aynı zamanda ülkenin siyasi yapısında da dönüşüm sağladı. Türkiye’de benzer şekilde eğitim ve iş güvenliği gibi temel haklar üzerinden örgütlenecek hareketler, toplumsal farkındalığı artırabilir.
  • Hong Kong Protestoları: Hong Kong’da demokratik hakların korunması için başlayan protestolar, dünyanın dikkatini çekmişti. Bu protestolar, eylemcilerin kararlı ve sürekli çabalarıyla dünya çapında yankı buldu. Türkiye’de de hak mücadelesi, dünya ile eş zamanlı bir dayanışma ağı oluşturarak daha güçlü bir etki yaratabilir.
  • Doğu Avrupa’daki Otoriter Rejimlere Karşı Direniş: Polonya ve Macaristan’daki muhalif gruplar, otoriterleşmeye karşı sivil itaatsizlik yöntemleriyle dikkat çektiler. Türkiye’de muhalefet, bu deneyimlerden ders çıkararak daha etkili bir direniş stratejisi geliştirebilir.

Türkiye’de muhalefet acil eylem kararı almalıdır, pasif direnişlerle, hatta eylemsizlik kararlarıyla iktidarın çarkını sekteye uğratmalıdır, ancak iktidarın yarattığı bu enkazı yüklenecek bir muhalefet çıkar mı? Bence en büyük boşlukta burada yatıyor. Ketıl’dan doğan muhalif hareketler güçlendirilmeli, muhalif yapıların çıkar gözetmesizin ve ayrışmadan demokrasi, hukuk, sosyal adalet, eşit yurttaşlık gibi temel demokratik kavramlar etrafında tek bir mekanizmaya dönüşmesi elzemdir.

Muhalefetin Sorumluluğu: Bir Hafıza Yenilemesi Gerek

Muhalif çevrelerin bu tepkisizlikle mücadele edebilmesi için iki temel stratejiye ihtiyacı var:

  1. Hafızayı Canlı Tutmak: Toplumsal hafızanın yenilenmesi için felaketlerin ve ihmallerin sürekli hatırlatılması gerekiyor. Örneğin, Almanya’da Nazi döneminde yaşananları unutturmamak için her şehirde anıtlar ve müzeler kurulmuştur. Türkiye’de de Soma’dan Çorlu’ya, Maraş’tan Kartalkaya’ya kadar tüm trajedileri hatırlatacak anıtlar ve eğitim projeleri oluşturulmalıdır.
  2. Sivil Eylemsellik ve Farkındalık Kampanyaları: Güney Kore’nin otoriter rejimlere karşı kazandığı zaferler, halkın organize sivil eylemleriyle mümkün oldu. “Şemsiye Hareketi” gibi örnekler, Türkiye’de de gençlik hareketleri ve sivil toplum kuruluşlarının organize şekilde çalışması gerektiğini gösteriyor.

Çözüm Önerileri: Felaketlerden Kurtuluşun Anahtarı

  1. Liyakat ve Denetim Reformları: Kamu kurumlarında liyakatsiz atamaların önüne geçmek için bağımsız denetim mekanizmaları kurulmalıdır. Japonya, felaketlerden ders çıkararak bina güvenliği konusunda dünyanın en sıkı standartlarını oluşturmuştur. Türkiye de aynı yolu izlemelidir.
  2. Eğitim ve Bilinçlendirme: Felaketlerin ardında yatan ihmalleri halkın anlayabilmesi için eğitim kampanyaları düzenlenmelidir. Finlandiya’da vatandaşlar kriz yönetimi konusunda sürekli eğitilmektedir.
  3. Muhalif Birliktelik: Türkiye’nin farklı muhalif çevreleri, ortak bir vizyonla hareket ederek dayanışmayı artırmalıdır. Güney Afrika’da Nelson Mandela’nın liderliğindeki “Toplumsal Uzlaşma Hareketi” bu konuda iyi bir örnektir.

Sonuç: Küllerden Doğmak

Kartalkaya’daki otel yangını, Türkiye’nin derin sistemik sorunlarının yalnızca bir yansımasıdır. Ancak bu ve benzeri felaketlerden ders çıkararak, hem bireylerin hem de toplumun aktif bir şekilde harekete geçmesi mümkündür. Çözüm, AKP’nin torpil düzenini sona erdirmekle kalmayıp, güçlü bir demokratik kültür inşa etmekten geçiyor.

Unutulmamalıdır ki, demokrasi ve adalet, yalnızca siyasi liderlerin değil, toplumun kolektif çabasının bir ürünü olabilir. Türkiye, bu felaketlerden sonra küllerinden yeniden doğabilir; ancak bu, yalnızca bireylerin ve toplulukların sorumluluk almasıyla mümkün olacaktır.

Liyakat esaslı bir yönetim anlayışı, sıkı denetim mekanizmaları ve toplumsal bilinçlenme, bu çıkışın anahtarıdır. 

Bolu Kartalkaya’daki yangın, bir uyarıdır. Bu uyarıyı dikkate almak, başka felaketlerin önüne geçmek için bir zorunluluktur. Çünkü felaketler, ihmallerden doğar; ihmaller ise toplumun gözlerini kapadığı yerde kök salar.