Gazete Emek- Son süreçte toplu işten çıkarmaların yapıldığı Koç Holdinge ait Beko fabrikalarında, bayramdan sonrası içinde tedirgin bir bekleyiş var. 2025 yılı için planladığı yatırımın gerisinde olduğunu belirten Koç Holding, zarar ettiği yönünde açıklamalar yapıyor, kadrolu işçileri bu gerekçe ile işten çıkartıyor.
İşten çıkarılan bir Beko işçisi ile bayramlaşmaya gittik. Bir bayram günü, istesek de iyi şeylerden bahsetmek zor. “Benim için beklenmedik bir şey değildi, istiyordum hatta. Ama çoğu kişi için çok zor. Bir anda çağrıldık, kağıtlar kondu önümüze. İşten çıkmak istememe rağmen benim bile zoruma gitti. O kadar yıl, o kadar emek verdiğim yer; güvenlik çağrıldı eşlik etsin diye. İşten çıkarılma değil de bir suç ya da kusur varmış gibi. İçeri geçip arkadaşlarla helalleşme vs. yok” diyor işçi.
Toplu işten çıkarılmaların ertesinde gazetemizde Eskişehir fabrikasından yapılan haberde; Türk Metal sendika odasının gün boyu kapalı olduğu yazılmıştı. Sincan’daki fabrikada da durum aynı. “Sendikacılardan hiçbiri yoktu ortada, odayı da kapatmışlar. ‘Bu kağıtlar ne, imzalayalım mı, ne yapalım?’ diye soracak bir muhatap yok. Temsilcilerle aynı semtte oturuyoruz. Atılan diğer arkadaşlardan duydum; yolunu değiştiren varmış bizimle karşılaşmamak için. Benim temsilciyle bir derdim yok ki ‘Yolun açık olsun’ dese eyvallah der devam ederim ama bu durum insanın zoruna gidiyor” diyen Beko işçisi sendikacıların işten çıkarmalar konusundaki tutumunu, “Kesinlikle bir görüşme yapılması gerekirdi. O an orada bulunmaları, açıklama yapmaları, isteyene avukat ayarlamaları lazımdı” ifadeleriyle eleştiriyor.
‘Yıllar içinde alım gücümüz düştü’
“10 yıldan uzun süre çalıştım. Ben işe girerken ‘Arçelik işçisi’ diye bir şey vardı. Benim işe girdiğim dönem uzun yıllar çalışanlar zorlanmadan ev alabiliyorlardı. Keza emekli olanlar da tazminatı ile ev ya da araba sahibi olabiliyordu. Arçelik işçisi bir memurla, emniyet mensubu ile kıyaslanırdı refah olarak. Yıllar içerisinde sözleşme zam oranları yüksekte olsa alım gücü olarak geriye gitti. Ama en net olarak pandemi öncesi ve devam eden süreç diyebilirim; iyiye gitmek şurada dursun, olanı da koruyamadık. Bu memur benzetmesi büyük fabrikalar için geçmişte yaygın olarak kullanılırdı. Kadrolu işçi, emekli olana kadar nispeten rahat yaşar; evini arabasını alırdı. İşten atılma korkusunun ya da geçim sıkıntısının kıdemli ve vasıflı büyük fabrika işçileri için de bir gerçek olduğunu yıllar içinde görüyoruz. Çok fazla sözleşmeli işçi çalıştırıyor, hepsine de kadro umudu veriliyor. Hiç toplu kadroya geçiş görmedim. Zaten kadrolu işçiyi de takır takır atıyor. Çok da bir anlamı kalmadı” diyen işçinin sendikal bürokrasiye dair izlenimi de aktarırken görüyoruz ki kötü sözleşme-kötü sendikacılık paralel seyretmiş. İşçi, “Çok uzun zamandır herhangi bir sorunda sendikaya gitmek aklımdan bile geçmezdi. 'Bunlardan akıl alınmaz, bir şey istenmez' diye düşünüyordum. Yani başladığım yıllarda, temsilciye gidip bir sorunumuzu söylediğimizde çözerlerdi. Gerekirse formene ya da müdüre kafa tutar, bizi savunurlardı. Sonra o dönem temsilcilik yapan iki arkadaş görevleri bitince feci mobbinge uğradı. Biri pes edip işi bırakmıştı. Diğeri emekliliğine birkaç yıl kaldı diye dişini sıkmıştı. Patron adeta ‘Şimdi elime düştünüz’ dedi. İşçinin arkasında duran temsilcinin de şube arkasında durmadı işin özeti. Sonrasında atananlar hep daha pasif rol oynadı. Fabrikanın içindeki bir şeye tek laf etmez, işçinin derdi için ortaya atılmak şöyle dursun ortadan kaybolurlardı. Şube, görevi biten temsilcisine sahip çıkmalıydı. O zaman sonraki temsilciler de bu kadar korkup sinmezdi. İşçiler de sendikadan bugün olduğu gibi uzak kalmazdı..."
Kaynak: Evrensel