Son günlerde yine aynı cümleler dolaşıyor:
“Amedspor şu takımla, bu takımla maç yapsın; kardeşlik bağı kurulsun.”
Gören sanır ki Amedspor daha önce bu takımlarla hiç oynamadı.
Benim şöyle bir önerim var:
Gelin Türk takımları toplumsal barış için Irak ligindeki Duhok FC, Zaxo FC, Newroz FC ile maç yapsın.
Ya da Amedspor, Türkiye temsilcisi olarak bu takımlarla maç yapsın.
Amedspor zaten TFF 1. Lig’de her takımla maç yapıyor.
Bursa’yla, Kocaeli’yle, Sakarya’yla oynadı, Trabzon’la da oynar.
Ama birileri hâlâ Amedspor’u “toplumsal barış projesi”nin dekoru gibi görüyor.
Sanki bu kulübün görevi, bu ülkenin bir asırlık eşitsizlik tarihini bir 90 dakikada tamir etmekmiş gibi.
Amedspor, demagojinin hamalı değildir.
O, kimliğini inkâr etmeyen, onuruyla sahaya çıkan bir halkın takımıdır.
Deplasmanlarda ayrımcı sloganlara, gözünün içine sokulan bayrak siyasetine rağmen,
her hafta kendi benliğiyle yeşil sahalarda yer almaya inandığı için sahaya çıkar.
Spikerler ismini yanlış telaffuz eder, statlar yasaklarla dolar,
ama Amedspor taraftarı yine de Amedspor’dan vazgeçmez;
çünkü onun kavgası sadece şampiyonluk değil, yeşil sahalarda temsil edilen bir duruştur.
Bursa’yla maç yapılmış, Trabzon’la “kardeşlik maçı” düzenlenmiş, fark etmez.
Sorun isimlerin yan yana gelmesi değil,
sorun bir asırdır kutuplaştırılan bir ülkede Amedspor’un hâlâ hedef olmasıdır.
Ucuz milliyetçilik mi yapılacak? Amedspor’u getir.
Toplum gerilecek mi? Amedspor’a saldır, en kolayı.
Bir halk kriminalize mi edilecek? Amedspor biçilmiş kaftan.
Gerçek barış, sokakta, mahkeme salonlarında, mecliste;
ülkenin her kurumunda, eğitimde, ekonomide, sporda ve hukukta
fırsat eşitliğiyle kurulur.
Bir halkın adı hâlâ yarım ağızla söylendiği sürece barış sahaya çıkmaz.
Tarihte Amedspor gibi onlarca halkın takımı benzer olayları yaşadı.
İskoçya’da Celtic, 19. yüzyılın sonlarında Katolik İrlandalı göçmenlerin kurduğu bir kulüptü;
Rangers ise İngiliz Kraliyeti’yle özdeş Protestan kimliğin takımıydı.
Her derbi, yalnızca bir maç değil, sınıf ve kimlik mücadelesinin sahaya yansımasıydı.
Celtic tribünleri yıllarca kendi bayrakları yüzünden cezalandırıldı ama geri adım atmadı.
Onlar için futbol, “kimliğini unutmamanın” en doğal yoluydu.
Kuzey İrlanda’da Derry City, 1970’lerde “Bloody Sunday” katliamından sonra
kendi stadında maç oynayamadı; saha askerî bölge ilan edildi.
On üç yıl sonra İrlanda ligine geçti ve hâlâ o kentte futbol direniş hafızasının sembolü.
İspanya’da Athletic Bilbao, Franco döneminde Bask dili yasakken
sahada Bask kimliğini temsil ettiği için yasaklarla boğuştu.
FC Barcelona ise “Mes que un club” “Bir kulüpten fazlası” diyerek
Katalanca’nın yasaklı yıllarında halkının dili oldu.
Bu kulüplerin sorunları kardeşlik maçlarıyla değil,
Ulusal ve kültürel haklarla çözüldü.
Amedspor’un durumu da budur.
Bir gösterinin, bir vitrinin değil;
adaletsizliğin gölgesinde birleşen bir halkın yeşil sahalardaki hikâyesidir.
Futbol onun için düzen içi bir sermaye şirketi değil,
sokakta ve tribünde süren bir varoluş biçimidir.
Gerçek barış, tribünlerin özgürleşmesiyle başlar.
Bir gün hiçbir taraftar kimliği nedeniyle hedef gösterilmez,
herkes kendi rengini ve ismini korkmadan taşırsa,
işte o zaman kardeşlik zaten olur.
Ama bugünkü gibi bir tarafın sesi kısılmışken,
yediği dayağın yaraları hâlâ kapanmamışken,
ve toplum kardeşlik hukukunu hâlâ öğrenmemişken,
“kardeşlik maçı” sadece basit bir maç olur.




