Gazete Emek- DEM Parti İmralı Heyeti, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile 3 Kasım’da İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde yaklaşık üç saatlik görüşme gerçekleştirdi. Görüşmede Abdullah Öcalan, sürecin ilerletilebilmesi için Türk-Kürt ilişkisinin “bin yıllık iki sütun” olarak ele alınması gerektiğini, bu sütunların anlaşılması ve onarılmasıyla birlikteliğin güçlendirilebileceği mesajını verdi.

Heyetin aktardığına göre Abdullah Öcalan, görüşmede sınırlı koşullar altında tarihi bir meseleye ilişkin ciddi bir çaba yürüttüklerini, yürütülen sürecin yıkıcı veya olumsuz değil, yapıcı ve olumlu bir aşamayı geliştirmeyi hedeflediğini ifade etti.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İmralı Heyeti üyesi Pervin Buldan, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmeyi, İmralı’daki tecrit uygulamaları, Kürt Özgürlük Hareketi'nin kritik bölgelerden çekilme kararı, bütüncül hukuk ve barış sürecinde atılması gereken adımları Mezopotamya Ajansı’na (MA) değerlendirdi.

Pervin Buldan, Abdullah Öcalan’ın sağlık durumunun iyi olduğunu, sürecin baş aktörü olarak moralli ve kararlı bir duruş sergilediğini belirtirken, Kürt Özgürlük Hareketi’nin kritik bölgelerden çekilme kararının Abdullah Öcalan’ın talimatlarıyla atıldığını ve provokasyonlara karşı önlem niteliği taşıdığını vurguladı.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın sağlık durumu hakkında bir soruyla başlamak istiyoruz. İlk görüşmeden bu yana sağlık ve moralinde gözlemlenebilir bir değişim oldu mu?

Yaklaşık bir yılı aşkın bir süredir, bu sürecin bugüne kadar devam ettiğini görüyoruz. Önce tabii sevgili Sırrı Süreyya Önder’i rahmetle ve minnetle anmak isterim. Hem 2015 sürecinde hem de daha sonra başlayan süreçlerde önemli katkıları olan, aktif bir arkadaşımızdı. Ne yazık ki kendisi bu sürecin sonunu göremeyecek ama eminim ki Sırrı Süreyya Önder yattığı yerde bizi hissedecek, bizi duyacak ve gelişen sürece katkılarından dolayı onu her zaman minnetle anacağız.

Sayın Öcalan’la en son 3 Kasım tarihinde görüştük. Yaklaşık bir senedir ayda bir görüşmelerimiz gerçekleşiyor. En azından bir periyot olarak ifade etmek gerekirse, ayda bir görüşme gerçekleşiyor diyebiliriz. En son 3 Kasım tarihinde Sayın Öcalan’la yaptığımız görüşme yine uzun bir görüşme oldu. Hemen hemen bütün görüşmelerimiz 2 saatten fazla sürüyor. Bu son görüşmemizde de başından beri Sayın Öcalan’ın çok moralli, çok sağlıklı, çok güçlü ve kendine olan özgüveniyle masadaki yerini aldığını gördük. Her seferinde, 2015 süreciyle bu süreç arasında 10 yıllık bir zaman kaybı olmasına rağmen, bu süreç için hepimiz her türlü katkıyı sunacağız, elimizden geleni yapacağız. Sayın Öcalan tabii ki bu meselenin başaktörü, bu sürecin başaktörü. O yüzden kendisiyle yaptığımız görüşmeler oldukça önemli ve oldukça kıymetli Sayın Öcalan her seferinde çok moralli.
İmralı’daki tecrit uygulamaları eleştiriliyor. Sürecin baş müzakerecisi olarak Abdullah Öcalan ile iletişimde bu kadar mesafe ve sınırlama olması, sürecin ruhuna aykırı değil mi sizce?

Sayın Öcalan toplumun birçok kesimiyle görüşmek, farklı çevrelerle diyaloğa geçmek istiyor. Bu sürecin ilerleyebilmesi için temas kurması gerekiyor.

Evet, bir geliş gidiş var ancak meselenin baş müzakerecisinin koşullarını ve şartlarını değerlendirmek gerekiyor. Bu koşulların iyileşmesi lazım. Siyasi heyetlerin, ailelerin ve avukatların görüşmelerinin bu dönemde daha fazla gerçekleşmesi çok önemli, çok kıymetli. Sayın Öcalan toplumun birçok kesimiyle görüşmek, farklı çevrelerle diyaloğa geçmek istiyor. Bu sürecin ilerleyebilmesi için temas kurması gerekiyor. Bütün bunları yapabilmesi için de şartlarının ve koşullarının iyileştirilmesi gerekiyor. Bu konuda bir çaba var, bunu inkâr etmemek lazım. Ama yeterli mi? Elbette ki değil.

Akademisyenler, yazarlar, aydınlar, gazeteciler ve siyasi heyetler… Bu kesimler, Sayın Öcalan’a kafalarındaki soruları, öğrenmek istediklerini, kaygılarını ve düşüncelerini doğrudan kendisiyle paylaşmak istiyorlar. Sayın Öcalan da aynı şekilde, 'Ben PKK’yi, 50 yıllık bir hareketi, bir örgütü neden sonlandırdım? PKK’yi kurarken amacımız neydi, şimdi hangi amaçtayız?' gibi sorulara açıklık getirmek istiyor. Bütün bunları toplumun farklı kesimleriyle konuşmak, anlatmak ve onların görüşlerini de dinlemek istiyor. Ayrıca biz ayda bir gidiyoruz, aile ziyaretleri arada bir gerçekleşiyor, birkaç seferdir avukat görüşleri de yapıldı. Fakat bunun daha fazla süreklilik kazanması gerektiğini, sürece katkı açısından bunun çok önemli olduğunu özellikle belirtmek istiyorum.

Kürt Özgürlük Hareketi’nin 26 Ekim’de Türkiye’deki kritik bölgelerden gerilla güçlerini çekme kararını Abdullah Öcalan nasıl değerlendiriyor? Bu adımı barış ve demokratik çözüm süreci açısından nasıl bir yere oturtuyor?

Önemli bir adım. Biz de bu adım atılırken sürece pozitif bir katkı sağlayacağını düşündük ve bunu birçok yerde ifade ettik. Sayın Öcalan da bu atılan adımı oldukça kıymetli buluyor. Zaten Sayın Öcalan’ın katkıları doğrultusunda bu adım atıldı. Yani örgütün, Sayın Öcalan’dan gelen mesajlarla bunu gerçekleştirdiğini ifade edebiliriz. Sayın Öcalan, 27 Şubat çağrısının ardından birçok kez çağrılar yaptı ve mesajlar gönderdi. Sadece 27 Şubat çağrısıyla kalmayıp, aynı zamanda PKK’yi kongre toplamaya davet etti. Kongre toplantısıyla birlikte kendisini feshetmesi gerektiğini ifade etti. Silahlı mücadelenin bittiğini ve artık siyasetin devreye girmesi gerektiğini çok açık bir şekilde söyledi. Bunun için de bütün kararlılığını ve iradesini ortaya koydu.

Sizce Abdullah Öcalan bu diyaloğu sürdürmeseydi ya da bir irtibat kurmasaydı, bugün atılan bu adımlar gerçekleşebilir miydi?
Sayın Öcalan bu diyaloğu sürdürmemiş veya herhangi bir irtibat kurmamış olsaydı, bugün atılan adımlar gerçekleşmezdi. Çünkü PKK, sadece Sayın Öcalan’dan gelen talimatlar doğrultusunda bu kararları aldı ve uyguladı. Bütün bunlar, 26 Ekim’deki geri çekilme meselesiyle birlikte, Sayın Öcalan’ın devrede olması ve örgüte verdiği mesajlarla hayata geçti. Dolayısıyla bu son alınan karar da dâhil olmak üzere, önceki tüm adımlar, Sayın Öcalan’ın pozitif katkıları ve güçlü iradesiyle ortaya çıktı; onun çağrılarıyla uygulandı. Bu adımlar çok kıymetlidir ve önemlidir. Bundan sonra atılacak herhangi bir adımda da Sayın Öcalan’ın rolü ve misyonu yine çok önemli olacak. Sayın Öcalan süreci değerlendirirken; bu adımları çok kıymetli ve önemli buluyor ve sürece katkı sağlayacağını biliyor.

Anlattıklarınızdan hareketle Abdullah Öcalan hem provokasyon uyarısı yapıyor hem de provokasyonlar olmasın diye gerekeni yapıyor diyebilir miyiz?

Her zaman olduğu gibi. Süreci bozmak isteyen, süreci sekteye uğratmak isteyen güçler elbette ki var.

Evet. Başından beri Sayın Öcalan hep uyarılarda bulundu; süreci bozmak veya sabote etmek isteyenler olacağını söyler. Bütün bunların önünü almak adına Türkiye’deki güçlerin geri çekilmesi ve bazı mevzilerin boşaltılması kararı alındı. Yapılan çağrı bu mahiyetteydi. Örgüt de bu çağrıyı kabul etti, Sayın Öcalan’ın yanında olduklarını, verdiği mesajı dinlediklerini, aldığı karara saygı duyduklarını ve bir bütün olarak hareket ettiklerini ortaya koydular. Bu da çok önemli. Ama tabii ki provokasyonlara karşı sadece bunlar değil, her türlü önlem alınmalıdır. Çünkü çok hassas yürütülmesi gereken bir süreçtir. Ciddiyetle ele alınması gereken bir süreçtir. O yüzden her türlü provokasyona açık olan bir konuda, her iki tarafın da, yani sadece bir tarafın değil, her iki tarafın da bunun önlemlerini alması, provokasyonlara zemin sunmaması ve bir an önce bu meselenin artık barışla taçlanması, bunun için de gerekli adımların hızla atılması gereken bir dönemdeyiz. Yoksa gerçekten bozmak isteyen, süreci sekteye uğratmak isteyen güçler elbette ki var. Her zaman olduğu gibi.

Son görüşmenizde Abdullah Öcalan, “Yıkıcı ve negatif değil, pozitif bir aşamayı geliştirmeye çalışıyoruz. Pozitif aşamaya geçebilmek için herkesin hassasiyet, ciddiyet ve sorumluluk bilinciyle hareket etmesi hayati önemdedir.” dedi. Burada “herkes” ve “negatif değil pozitif” vurgusu kime ya da kimlere yönelik mesaj taşıyor?
Elbette ki sadece bu işi karşılıklı olarak yürütenlere değil; sadece devlete, sadece Sayın Öcalan’ın ifade ettiği veya mesaj gönderdiği örgüte değil, toplumun her kesimine de yöneliktir. Toplum bu konuda gerçekten büyük bir ciddiyetle bu meseleye sarılmak zorundadır. Ben şunu söyleyeyim; yıkmak çok kolaydır, ama yapmak, inşa etmek çok zordur. Savaş elbette en kolay olandır ama barış birçok sorumluluk ve ciddiyet gerektiren, insanların vicdanında, aklında ve beyinlerinde derin izler bırakan bir meseledir. Çünkü 50 yıllık bir çatışma sürecinden bahsediyoruz. Bu süreçte ödenen bedelleri ve yaşanan acıları biliyoruz. Annelerimizin akıttığı gözyaşlarının farkındayız. Biz de bu acıları yaşadık. Ancak bu meselede veya barışı inşa etmede sadece Kürt tarafını, sadece Kürtleri ilgilendiren bir konu olarak bakmamak gerekiyor. Sadece DEM Parti’nin bir sorunu olarak da görmek doğru değildir.

Abdullah Öcalan neredeyse tüm görüşmelerinde ‘bütüncül hukuk’tan söz ediyor. Bütüncül hukuk nedir, neyi kapsıyor? Açıklayabilir misiniz?

Bütüncül hukuk derken kapsamlı hukuksal düzenlemeler bütününden bahsediliyor. Kürtlerin hukuk içine alınması ve demokratik entegrasyon ile özgürlük yasalarının çıkarılması bütüncül hukukun temel unsurlarındandır. Ayrıca Sayın Öcalan şunları ifade etti; istenmeyen veya yerine getirilmeyen hukuk dışı uygulamalar var; özellikle cezaevlerinde çok sayıda hak ihlali yaşanıyor. Ancak bu sorunu sadece cezaevleriyle sınırlı görmek doğru değil. Toplumun tüm kesimleri bir şekilde hukuksuzluk, haksızlık ve şiddete maruz kalıyor. Sayın Öcalan’a göre, bu sorunlara çözüm yalnızca yeni bir yasa çıkarmakla değil, idari kararlarla da birçok sorun çözülebilir ve bunu anlatmaya çalışıyor. Diyor ki, mesela, gözle görülür bir hukuk sistemine veya bir yasaya ihtiyaç var. Ama bazen buna bile gerek kalmadan, idari kararlarla veya, diyelim ki, kanun hükmünde kararnamelerle, bir dönem nasıl hak ihlalleri yapıldıysa, şimdi bunun tam tersi yapılabilir. Hak ihlali değil, hakkını veren; insanların yaşadığı hukuksuzlukları gidermek adına bir sürü karar çıkarılabilir.

Örneğin cezaevlerinde hasta, yaşlı, infazı yakılan yüzlerce insan var. Bu hukuksuzluğu bir yasayla hayata geçmesine bile gerek yok. Hastaysa insani olarak, vicdani olarak onun zaten serbest kalması gerekiyor. Ya da yaşlı, artık cezaevlerinde kendi başına kendini idame edecek bir yaşta olmayan yüzlerce insan var. Bunları hiçbir şekilde bir yasanın çıkmasına bile gerek kalmadan, yani bunları serbest bırakmak, özgürlüğüne kavuşturmak... Bütün bunlar; aslında o ifade ettiğimiz bütüncül hukuk dediğimiz meselenin ne anlama geldiğini ifade ediyor. Dolayısıyla Sayın Öcalan bütüncül hukuk derken aslında bunu kastediyor. Şimdiye kadar yapılmayan, şimdiye kadar öngörülmeyen, şimdiye kadar dikkate alınmayan bütün meselelerde, hiç yasalara gerek kalmadan bile bütün bunlarda iyileştirme, iyileşme olabilir. Ama eğer bu meseleye bir çözüm ya da siyasal anlamda bir zemin hazırlamak gerekiyorsa o zaman bu meselede bir yasanın da olması gerekiyor.

Nedir bu yasa?

İşte diyelim ki çözüm sürecini başarıya ulaştırabilecek bir entegrasyon yasası veya özgürlükler yasası gibi farklı yasalara da ihtiyaç var. Bunlarla ilgili, bütün bu düzenlemelerin yapılmasına dair görüşlerin ortaya çıkması ve bununla ilgili hızlı yol alınması gerektiğini ifade etmek gerekiyor.

Öcalan’ın “pozitif aşamaya geçiş” dediği süreci sormak istiyoruz. Bu süreç hangi somut adımları içeriyor? Devlet ve iktidarın bu aşamaya geçiş için atması gereken temel siyasi ve yapısal adımlar nelerdir?
Bir yasaya ihtiyaç var. Sürecin başarıya ulaşabilmesi için bir entegrasyon yasasına ihtiyaç var. Biliyorsunuz kurulan bir komisyon var. Bu komisyon önemli bir işlev gördü ve önemli çalışmalar yaptı. Toplumun birçok kesimini dinledi. Ancak ilerlemesi biraz yavaş oldu. Komisyon kurulurken, bu komisyonun bir yasa hazırlığı yapacağını düşündük. Tabii ki komisyonun yasayı çıkarma yetkisi yok. Raporunu hazırlar ve temel ilkeleri belirler. Bu temel ilkeler doğrultusunda, tüm gruplar ve partiler, komisyon başkanı Sayın Kurtulmuş’a kendi görüşlerini ve önerilerini içeren raporlar hazırlarlar. Bu raporlar bir metin haline de gelebilir. Metin haline gelen rapor, ihtisas komisyonuna, Adalet Komisyonu’na gönderilir. Orada bütün düzenlemeler yapılır ve daha sonra Meclis Genel Kurul’a gelir, kanunlaşır. Şimdi bu aşamaya henüz gelmedik; komisyon hâlâ bu aşamada değil. Ancak yasal bir düzenlemeye olan ihtiyaç zaruri. Çok büyük bir ihtiyaç. Silahsızlanma dediğimiz döneme aslında bu yasalar çıktığında, adımlar daha hızlı atılabilecek. Evet, birkaç adım atıldı. Biraz önce de ifade ettik, söyledik. Hangi adımların atıldığına dair, ama yasanın çıkmasıyla birlikte bütün bu adımların hızlanacağını ve sürecin gidişatına pozitif bir ivme kazandıracağını biliyoruz. O yüzden bir an önce aslında yasal bir düzenlemeye ihtiyaç var ve bu yasal düzenleme ile birlikte de sürecin ilerleyebileceğini düşünüyoruz.

Aslında bu konuda da şöyle bir tartışma var; işte çıkartılacak yasanın sadece PKK ile ilgili yasa olacağı ifade ediliyor.

Yüz yıllık bir meselenin çözümünün kendine özgü yöntem ve çerçeveleri olabilir. Öte yandan bugün cezaevlerinde binlerce haksız ve hukuksuz şekilde yatan insanlar var.

Buna açıklık getirmek isterim. PKK'yi ilgilendiren bir yasa olarak tasarlanıyor diye biliyoruz. Henüz bize iletilmedi ama böyle bir bilgiye sahibiz. Yüz yıllık bir meselenin çözümünün kendine özgü yöntem ve çerçeveleri olabilir. Öte yandan bugün cezaevlerinde binlerce haksız ve hukuksuz şekilde yatan insanlar var. Bakın, telefonlarımıza günde yüzlerce 'kader mahkumu' denilen, dediğimiz insanlardan mesajlar geliyor. Toplumun ve farklı siyasi kesimlerden birçok kesim haklı olarak adalet talep ediyor. On binlerce KHK’li var. Bunu görmezden gelebilir miyiz? Diyelim ki 11'inci Yargı Paketi. Bu yargı paketinin içine haksız, hukuksuz, cezaevinde olan binlerce insanı koyabilirsiniz. Bu, vicdanen, siyaseten, insani olarak da bir gerekliliktir. Elbette ki biz burada, tecavüzcüleri, kadın katillerini, çocuk katillerini kastetmiyoruz. Böyle bir şey yok. Ama bize gerçekten gelen mesajlardan ve mahkum yakınlarından gelen mektuplardan şunu görebiliyoruz; cezaevlerinde hem yüksek bir doluluk oranı var hem de haksız yere yatan insanlar bulunuyor. Bu haksızlığı gidermek ve sürece pozitif bir katkı sağlamak için düzenlemeler yapılabilir. Yapılacak düzenlemeler Türkiye’deki hukuk sistemini de rahatlatacak.
Yani sürece özgün yasanın çıkarılması, infazda adaletin sağlanması veya cezaevlerinden salıvermelerin gerçekleşmesi önünde engel değil, bilakis hızlandırıcı bir etki yaratır. Dolayısıyla sürecin gerekliliklerini yerine getirmeyle Türkiye’de adaletin sağlanması ve demokrasinin gelişmesini sağlayacak düzenlemeler birbirine zarar veren bir yerde değil, güçlendiren bir yerde duruyor. Bu konuda herhangi bir tereddütümüz veya yanlış anlaşılmaya mahal verecek tek bir tutumumuz ve sözümüz olmadı, olmaz da.

Yine bunun yanında uzun süredir, işte AİHM kararlarının dikkate alınmadığı; Figen Yüksekdağ’ın, Selahattin Demirtaş’ın, Kobani davasından çok sayıda insanın cezaevinde hukuksuz bir şekilde bir şekilde kaldığı bir dönem yaşıyoruz. AİHM kararını vermesine rağmen, yani bir hak ihlali olduğunu ispat etmesine rağmen, Selahattin Demirtaş’ın serbest kalmadığını, özgürlüğüne kavuşmadığını görüyoruz. Bu konuda sürece uygun hareket edilmesi gerekiyor. Süreci de bir yana bırakalım, ya bu insanlar boşu boşuna 9 yıldır cezaevinde kaldılar. Ortada hiçbir suç yok. Ama hukuksuzluğu yapan, haksızlığı yapan bir sistem, bir anlayış var. Bu sistemin ve anlayışın bir an önce düzenlenmesi gerektiğini ifade etmek istiyorum. Anayasa Mahkemesi de yine aynı şekilde, birçok konuda hak ihlali kararı vermesine rağmen insanlar ne yazık ki tahliye edilmiyor, özgürlüğüne kavuşmuyor.

Geçtiğimiz günlerde Reuters'e konuşan DEM Parti Eş Genel Başkan Yardımcısı Tayip Temel, “Fesihten sonra demokratik sosyal hayata entegrasyonu için PKK'ye özel bir yasa çıkarılması formülü üzerinde çalışılıyor" dedi. Tayip Temel’in söz ettiği ‘PKK’ye özgü yasalar’ tam olarak ne anlama geliyor?

Şu an bizimle paylaşılan bir şey yok. Evet, bizim kendi hazırlığımız var. Hukuk büromuz ve hukuk komisyonumuz gerçekten çok değerli, etkin ve yetkin hukukçu arkadaşlarımızdan oluşuyor. Bu arkadaşlarımızın çok kapsamlı bir hazırlığı var. Fakat iktidarın bu konuda nasıl bir yasal hazırlık yaptığını henüz bilmiyoruz. Bizimle paylaşılmadı, kamuoyuyla da paylaşılmadı. Yani temaslarımızda elde edilmiş bir bilgi yok; bize gösterilen bir şey yok. Ancak bir hazırlığın olduğu söyleniyor, bu kadar.

Dolayısıyla iktidarın nasıl bir hazırlık yaptığı konusunda bilgimiz olmamakla birlikte, sürece katkı sağlayacak ve sürecin ilerlemesi için gerekli yasal zeminin yargı anlamında veya çıkarılacak paketler ve yeni düzenlemeler anlamında hazırlık yapıldığı bilgisini biliyoruz. İçeriğine hâkim olmadığımız için açıkçası çok da söyleyecek bir şeyimiz yok.

Peki, bahsettiğiniz başlıklar için devletle veya iktidarla görüşmelerin yapıldığı, karşılıklı fikir alış-verişinde bulunduğunu kamuoyunda takip ediyoruz. Doğrudan görüşmeleri yürüten biri olarak bu konularda devlet veya iktidarla asgari bir anlayış birliği var mı?
Ben şöyle söyleyeyim; ortada bir irade var. Çözmek isteyen bir irade var. Bunu bütün samimiyetimle söylemek isterim. Yani herkes dört koldan, bu işin başarıya ulaşabilmesi için bir çaba sarf ediyor. Bu iktidar açısından da böyle, DEM Parti açısından da böyle. Diğer taraftan, diyelim ki Cumhur İttifakı'nın diğer parçası olan MHP için de böyle; Sayın Bahçeli'nin açıklamaları bu konuda gerçekten hem isabetli hem sürece katkı sunan açıklamalar. Bizim Sayın Cumhurbaşkanıyla yaptığımız son görüşme ki ondan önce de iki görüşme daha gerçekleştirmiştim ben, sevgili Sırrı Süreyya Önder ile birlikte son olarak da iki görüşmeyi Sayın Mithat Sancar'la birlikte yaptık. Her üç görüşmede de ortada büyük bir iradenin ve bu sorunun çözümüne olan inancın çok açık şekilde belirleyici olduğunu ifade edebilirim.

Sayın Öcalan da yine bu meselede gerçekten büyük bir kararlılıkla, '50 yıllık çatışmalı süreci bitiriyorum' diyor. 'PKK bitti' diyor. 'Silahlar artık devreden çıktı' diyor. Artık siyasetin konuşacağı bir dönemdeyiz. Artık, siyasal anlamda ya da çıkarılacak olan yasalarla birlikte, insanların kendilerini özgürce ifade edebileceği bir ortamda, yeni bir inşa dönemi, yeni bir inşa süreci pozitif barış dediğimiz, negatif barış sürecinden çıkıp pozitif barış sürecine geçtiğimiz yeni bir aşama olarak nitelendiriyor Sayın Öcalan da bunu.

Devletin ya da iktidarın herhangi bir adım atmaması nedeniyle sürecin sonlandırılabileceğine dair kaygılar özellikle sol ve sosyalist çevrelerde dönem dönem dile getiriliyor. “Hükümet yeterince istekli değil, biz de temkinli davranalım” yaklaşımı sizce ne kadar doğru ya da meşru bir tutumdur?

Yani tabii ki bütün eleştiriler baş göz üstüne. Ve her eleştiriyi alıp değerlendiririz: Ne demek istiyor, kim ne yapmak istiyor? Ancak bu meselede bazı kesimlerin, savaş yaşandığı dönemlerde, 'Efendim, niye barışmıyorsunuz? Savaşların çok çatışmalı olduğu dönemlerinde yeter artık, bu çatışma bitsin. Niçin barış olmuyor?' diyen kesimlerin, şimdi barış sürecine girdiğimizde 'neyin barışı?' diye sorguladıklarını da görebiliyoruz. Ben burada şu kesim yaptı, bu kesim yaptı, şu söyledi, bu söyledi demek istemiyorum; genel bir değerlendirme yapmak istiyorum bu konuda. O yüzden eleştiri yaparken biraz karşı tarafın yaşadığı acıları görmek lazım. Ölen kesimlerin, ölen insanların yakınlarının yaşadığı acıları görmek lazım. Savaşın kime ne katkısı var? Savaşın kime ne faydası var? O yüzden biz de tabii ki eleştiri yapan insanlara saygımız sonsuz. Biz, eleştiri ve öz eleştiri mekanizması olan bir partiyiz ve yapılan her eleştiriyi kıymetli buluruz. Fakat eleştiriyi yaparken de biraz vicdanlı olmak lazım, bana göre.

Aslında devam eden bu süreç, bir halkın kendi varlığını yeniden kurduğu bir tarihsel bilinç eşiği olarak da yorumlanıyor. Abdullah Öcalan’ın ‘devletten beklenti içinde olunmaması’ vurgusu dikkate alındığında, toplumun devlete demokratik bir muhteva kazandırması için hangi zihinsel dönüşümü ve pratik adımları hayata geçirmelidir?
Sayın Öcalan her seferinde 'Hiçbir şey mücadele edilmeden elde edilemez. Devlet, iktidar, gelmiş geçmiş hükümet hiç kimse size istediğiniz bir şeyi altın tepside getirip önünüze koymaz, size sunmaz. Siz mücadele ederek kazanacaksınız' diyor. Bu dönemde böyle. Barış da bir mücadele sürecidir. Dolayısıyla bütün bunları bir araya getirdiğimiz zaman, barış da bir mücadele gerektiriyor. Toplumun her kesimi barış için mücadele etmelidir. Bunun kavgasını vermelidir bence. 'Biz barış istiyoruz kardeşim. Ne pahasına olursa olsun, bu süreç artık geriye gitmemelidir. Bu süreç artık heba olmamalıdır' demelidir. Daha fazla kesimin bu işi sahiplenmesi, barışı sahiplenmesi lazım ki biraz daha yol alabilelim.
Örneğin, çocuğunu askerde kaybeden bir babaya bu meseleyi anlatmak bazen kolaydır, bazen çok zordur. Anlamak istemeyen yürekler vardır; içine sığdıramayan, kalbine koyamayan… Ve belki de çocuğunun hiçbir şekilde geri gelmeyeceğini bilen bir anneye veya babaya bunu anlatmak oldukça zordur. Fakat şunu söylemek gerekir; yaklaşık bir yıldır bu süreç tekrar başladığından beri tek bir cenaze gelmedi bu ülkeye. Bizim için en kıymetli şey budur. Tek bir insanımız yaşamını yitirmedi. Ne mutlu bize. Keşke 2015’te süreç devam etmiş olsaydı. O 10 yıllık zaman kaybında yüzlerce insan hayatını kaybetti. Yüzlerce anne ve baba perişan oldu. Evlerin kapılarına cenazeler gitti. Barışla birlikte artık bu durum tamamen ortadan kalkacak bir sürece gireceğiz

MHP Lideri Bahçeli’nin son günlerde yaptığı açıklamalarla, sürecin sağlıklı yürümediğine dair özellikle iktidar çevresine yönelik dolaylı eleştiriler yaptığı yönünde kamuoyunda oluşan bir algı var. Bahçeli’nin yaptığı uyarıları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bahçeli başından beri aslında sürece pozitif katkı sağlıyor. Gerçekten bunu çok samimiyetle söylüyorum. Birkaç sefer de görüşme yaptık kendisiyle. Başta hangi noktadaysa, inanın en son yaptığımız görüşmede de aynı noktadaydı; milim değişiklik yok. Ne zihinsel olarak, ne düşünsel olarak, ne yapısal olarak değişmeden, Sayın Bahçeli sürece pozitif katkılarını, olması gerekenleri ve yapılması gerekenleri yalnızca bize değil, kendisi şunu da söylüyor; 'Ben bunu hangi devlet yetkilisiyle görüşürsem ona da söylüyorum; sadece size söylemiyorum. Dolayısıyla, ben onların iktidarla aralarında süreçle ilgili olarak bir kopukluk ya da ayrışma olduğunu düşünmüyorum. Yaptığım görüşmelerden de biliyorum ki böyle bir ayrışma yok. Aksine, hem Sayın Cumhurbaşkanı hem de Sayın Bahçeli, başta hangi noktadaysa, şu anda da aynı noktadalar. Bu konuda herhangi bir görüş ayrılığı, herhangi bir çatışma olmadığını en azından ben böyle gözlemliyorum.

Sürecin ruhuna uygun olarak kurulan bir komisyon var. Komisyon birçok kesimi dinledi, fakat sürecin tarafı olan Abdullah Öcalan ile görüşme henüz gerçekleşmedi. Komisyon içerisinde bir heyetin İmralı’ya gitmesine ilişkin bir tartışma var. Komisyon tarafından seçilen bir heyet adaya gidecek mi? Gidecekse bunun zamanlaması için belirlenen bir tarih var mı?

AK Parti’den PKK’nin çekilmesine dair açıklama: TSK ve MİT teyit ederse süreç tamamlanacak
AK Parti’den PKK’nin çekilmesine dair açıklama: TSK ve MİT teyit ederse süreç tamamlanacak
İçeriği Görüntüle

Gitmelidir. En kısa zamanda gitmelidir. Aslında baştan Sayın Öcalan dinlenmeliydi. Fakat farklı bir yol tercih edildi. Önce toplum dinlendi. Evet, bu da olabilir elbette. Toplumu dinlemek önemlidir. Bütün kesimler dinlendi; toplumdaki hemen hemen tüm iş çevreleri, aydınlar, yazarlar, kadınlar, gençler, Barış Anneleri, Cumartesi Anneleri… Hepsi dinlendi. Bu çok çok önemliydi. Şimdi ise bu işin asıl muhatabı olan Sayın Öcalan mutlaka dinlenmelidir. Ve Sayın Öcalan’ın bu konuda komisyonla görüşmesinin süreci ilerletmek açısından da önemli olduğunu ifade etmek istiyorum. Yani sadece komisyonun oraya gitmesi bir görüşme gerçekleştirme meselesi değildir. İçlerinden bir heyet seçilecek. Hepsinin gitmesi tabii ki olanaklı değil. Böyle bir imkân yok. Ancak gidecek olan heyetin, Sayın Öcalan’la çok önemli ve çözüme katkı sunan bir görüşme gerçekleştireceğine inanıyoruz.

Komisyon adaya giderse, sizce Öcalan komisyona ne anlatacak. Yani nerden başlayacak ya da neyi anlatacak?


Sayın Öcalan, 50 yıllık bir çatışmalı süreci niye bitirdiğini ya da en başından PKK'yi niye kurduğunu bütün bunları komisyonla, tartışmak, konuşmak istiyor.

Yani birçok konu var, muhtemelen tabii. Biz ne konuşacağını çok bilemeyiz. Ama nereden başlayacağını az çok biliyoruz, çünkü bunu başından beri söylüyor. Ben PKK’yi niye kurdum? İşte 'son isyan' dediğimiz PKK’nin son isyanının ortaya çıkış sebepleri… Bütün bunları değerlendiriyor, ortaya koyuyor. Belki de niçin bu süreci başlattığını Sayın Öcalan komisyonla konuşacak. 50 yıllık bir çatışmalı süreci niye bitirdiğini ya da en başından PKK'yi niye kurduğunu bütün bunları komisyonla, tartışmak istiyor, konuşmak istiyor. Onların görüşlerini, düşüncelerini almak istiyor, öğrenmek istiyor. Önemli bir ziyaret olacak. En kısa zamanda gitmesi gerekiyor diye ifade edeyim. Ve bunun bir an önce gerçekleşmesi gerekiyor. Ondan sonra da zaten artık başka konular yani yasal düzenlemeler vesaire komisyonun yapacağı başka işler var. Onlar konuşulacak. Bunun için hızlıca yol alınmalı. Hızlıca ilerleme sağlanmalı ve hızlıca başarıya ulaşılmalı diyorum. Katkısı çok fazla olur ve ilerlemesi için de büyük etkisi olur. Fakat şunu bir kez daha belirtmek isterim ki bu iş artık geriye gitmemeli.

Uzun yıllardır hem geçmiş süreçlerde hem de şu anki görüşmelerde Kürt sorununun çözümü için birçok temas ve görüşmeye tanıklık ettiniz. Pervin Buldan olarak şuanda devam eden sürece dair öngörünüzü sormak istiyoruz.
Ben çok umutluyum, onu söyleyeyim. Hiçbir zaman umudumu da yitirmedim. Bazen karamsarlık elbette olur. İşte o sürecin bazen ivme kazandığı zaman hepimiz coşarız. 'Evet, iyi gidiyor' deriz. Bazen düştüğü zaman 'Eyvah, bozulacak mı?' deriz. Bozulmayacak... Yani bunun için hepimiz çaba sarf etmeliyiz. Bozulmaması için çaba sarf etmeliyiz ki Türkiye'nin nefes almaya ihtiyacı var. Türkiye toplumunun nefes almaya ihtiyacı var. 50 yıldır hepimiz nefessiz kaldık aslında. Hep anlatmaya çalıştık; gelen cenazelerle, yaşanan acılarla, ödenen bedellerle, haksızlıklarla, hukuksuzluklarla... Sürgünde olan arkadaşlarımız var, gözü burada. Maxmur’da olan insanlar var, gözü burada. Cezaevindeki insanların gözü burada. Toplumun gözü burada. Onu söyleyeyim.

O yüzden ben umutluyum ve bu umudumu da hiçbir zaman yitirmek istemem. Bu sürecin başarıya ulaşması için, sevgili Sırrı Süreyya'nın dediği gibi, biz bedenimizi, ruhumuzu, vicdanımızı elimize alıp yürüyoruz. O yüzden zor bir iş. Bunu herkes böyle bilmeli, ama bunu başarmak zorundayız.


Kaynak: MA