Gazete Emek- Demirtaş’ı siyasi kariyerinin ilk günlerinden itibaren takip eden, kendisiyle ülkenin (İstanbul, Ankara, Diyarbakır, Adıyaman…) ve dünyanın (ABD, Belçika) değişik yerlerinde çok sayıda röportaj yapmış bir gazeteciyim. Kendisine medya ambargosu uygulanan Kasım 2015 seçimleri öncesinde 6 Ocak 2015’te medyascope’ta yaklaşık 50 dakikalık bir canlı yayın yapmıştım. 4 Kasım 2016’da tutuklanmasının ardından kendisiyle avukatları aracılığıyla birkaç söyleşi daha yaptım. Bunlardan 7 Eylül 2020’de yayınlananı “Dışarıda olsaydım bir sabah Başak ile birlikte Meral Hanım’ın kapısını çalar ve ‘Kahvaltıya geldik’ derdim” başlığıyla tabii ki çok ilgi görmüştü.
birilerinin açıkça Demirtaş’ın yanında durması oyunun aslında bitmediği, hatta oyunun belki de esas şimdi başladığı anlamına geliyordu. Bu gerçek kendilerinin yüzüne çarpılınca ellerinden oyuncakları alınmış çocuklar gibi kızdılar ama çocukların masumiyetiyle kıyaslanmayacak bir seviyesizlikle nefret kustular.
(Bu noktada bir not düşmek isterim: Pelikancıların önde gidenleri beni çok iyi tanır ve daha önce başka vesilelerle yürüttükleri linç kampanyalarında da yaşadıkları gibi öyle kolay lokma olmadığımı bilirler. Buna rağmen yine hedef göstermelerini çaresizlikleri ve acziyetlerine yoruyor ve tabii ki kendilerine gram acımıyorum.)
ettiğini saptıyor. Ama aynı zamanda kapıları sonuna kadar kapatmıyor.
Onun çözümün adresi olarak ısrarla Erdoğan ile Öcalan’ı gösterdiğini ve bu yüzden özellikle muhalefet çevrelerinden eleştiriler aldığını biliyoruz. Ama onun bu tutumu hem Türkiye’deki devlet gerçekliğini, hem de Kürt siyasi hareketi içindeki dengeleri gözettiğini gösteriyor. Bu tutumunun da birbirinden farklı, hatta düşman çevrelerde rahatsızlık yarattığını anlıyoruz.
Demirtaş’ın farklı kesimlerin ödlerini koparmasını, Rawest’in yakınlarda açıklanan “Kürt Meselesi, Kürt Siyaseti ve Demirtaş Araştırması”ndan bir cümleyle özetlemek mümkün: “Kürtlerin ilk sivil lideri.”
“Keşke ilk söyleyen ben olsaydım” dedirten bu tespitte Kürt siyasi hareketinin sürekliliği ve değişimi birlikte var. Kürt sorunun “silahlı çatışma” perspektifine sıkışıp kalmasından yana olanlar, daha doğrusu bundan beslenenler için bu hareketin “sivil bir lider” çıkarması ve bu liderin de, yine aynı araştırmada altı çizildiği gibi, söz konusu harekete başarılı bir şekilde Türkiyelileşme perspektifi aşılaması (bakınız Haziran 2015 Genel seçimleri) birilerini çok korkutuyor.
Kim bu “keneler”?
Demirtaş’tan ödü kopanların sadece iktidar çevreleri olmadığı malum. Demirtaş’ın Sabuncu röportajındaki şu sözleri Kürt hareketindeki iktidar kavgalarını ve onun “ilk sivil lider” konumuna gelmesinden derin rahatsızlık duyanları da ifşa etti: “Şunu da yine açık yüreklilikle söylemek isterim ki siyasete çöreklenmiş bazı zihniyetler, benim buradan siyasi mücadele yürütmemden çok rahatsızlardı. Dışarıda olsam yanımda iki cümle kurmaya cüret edemeyecek tipler, nasılsa cezaevinden cevap veremem diye arkamdan atılmadık iftirayı, edilmedik hakareti bırakmadılar. Çıktığımda hepsiyle yüzleşeceğiz elbette ancak halkımız bilmeli ki bizi bunca yıl içeride tutup ağır cezalar verilebilmiş olunmasının bir nedeni de bu siyaset tüccarlarıdır. Günü geldiğinde, bütün bu siyaset tüccarı keneleri halkımızın yakasından silkeleyip atacağımızdan herkes emin olsun.”
Onun “Demirtaş karşıtlığı üzerinden prim yapan, koltuk kapan kim varsa bilinsin ki bu halkın dostu değildir” demiş olması söz konusu “keneler”in sıradan kişiler olmadığını gösteriyor.
“Keneler” Demirtaş tahliye olmadığı için seviniyor olabilirler ama herhalde bu kararın Demirtaş’ın liderliğini pekiştirdiğini görüyor olmalılar.
Kaynak: Medyascope