İtalya'da 1924'te Gramsci parlamento grup başkanlığı yaptığı iki yıl boyunca iktidardaki faşizm iç yüzünü göstermeye başlamıştı. 8 Kasım 1926’da muhalefeti tamamen susturup kendi dışındaki partileri yasaklayan, burjuva demokrasisinin son kalıntılarını da tasfiye ederek totaliter bir aşamaya geçen Mussolini iktidarı, hiçbir delil gösterme gereği duymadan, sınıf kavgasını kışkırttığı ve komploculuk yaptığı uydurma gerekçesiyle, milletvekili dokunulmazlığına rağmen Antonio Gramsci’yi tutuklattı. 1928 yılında, Mussolini’nin telkiniyle “Bu beynin çalışmasını yirmi yıl engellemeliyiz” diyen savcının talebi üzerine faşist mahkeme tarafından 20 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Mussolini’nin emriyle konduğu tek kişilik hücrede özel olarak görevlendirilmiş gardiyanlar tarafından sürekli gözetim altında tutuldu ve rahatsız edildi. Uluslararası anti-faşist hareketin, Maksim Gorki, Henri Barbusse, Romain Rolland gibi yazarların kampanyaları karşısında katledilmesi önlendi. Hastalıklı, zayıf bünyeli ve kambur olan Gramsci, tedavi edilmediği ve tek başına hücrede tutulduğu için fiziksel ve ruhsal acılar içinde geçen bir yaşam sürdürdü. Bu koşullarda bütün kısıtlamalara rağmen sayısız kitap okudu, düşündü ve el yazısıyla 2.848 sayfa, kitap sayfasıyla 4.000 sayfa tutan notlarını kaleme aldı. Bütün baskılara göğüs gererek devrim davasına bağlı kaldı, faşistlerden aman dilemedi. Hastalığı ağırlaştığı günlerde Mussolini’ye dilekçe yazarsa bırakılabileceği söylendi. Cevabı şu oldu: “Bana yapılan öneri intihardır. İntihar etmek için içimde en ufak bir istek bile yok.” diyerek asla onurlu kimliğinden taviz vermedi. Gramsci, hapishanelerdeki çok kısıtlı ortamda bir yığın "defter" tutarak yaşadı. 1937'de ölümünden sonra yakınlarına verilen bu defterler felsefi, tarihi, toplumbilimsel, edebi, ekonomik ve filolojik bilgilerin derlendiği eşsiz bir hazinedir. Geçmiş yüzyılımızın unutulmaz eserleridir. Keşke hapis yatmamış olsaydı...


 

Aklın hapsedildiği bir düzeni reddediyorum! Ülkemizin kara demokrasi tarihînde de maalesef Gramsci gibi örnekler fazlasıyla yer aldı. Bunlardan en somut örneklerinden biride bugün Selahattin Demirtaş'dır. Selahattin Demirtaş muhalif kişiliğiyle göze gelen güçlü bir siyasetçi ve hukukçudur. Aynı zamanda Türkiye halklarına hitap eden işçi - emekçi, aydın - düşünür, etnik kimlik ve mezhep demeden bütün toplumun her kesimine hitap eden ve takdirini kazanmış başarılı bir siyasetçidir. Elbetteki her ülke yönetimlerinde olduğu gibi kendisine rakip olarak tehlike arz eden muhalifler, alışıldık bir durum olarak iktidar tarafından cezaevlerinde tutularak susturma yöntemi kullanılır. Mussolini’nin  Antonio Gramsci’den kurtulama taktiğinde olduğu gibi Selahattin Demirtaş da bugün başarılı bir siyasetçi ve güçlü bir muhalif olmanın karşılığında cezaevine atılarak, zindanlarda tutulmaktadır. Demirtaş tutuklu olarak cezaevine gönderildiğinde şu açıklamayı yapmıştı. "Biz Demokratik siyasete yürekten inandık. Türkiye'nin birliği içinde Cumhuriyetin demokratikleşmesi, Barış, Adalet, eşitlik ve özgürlük değerlerinin hayat bulması;  ezilen emekçilerin, kadınların, gençlerin sömürüsünün son bulması ve Kürdün, Türk'ün, Sünni'nin, Alevi'nin, bir arada kardeşçe huzur içinde yaşaması için mücadele ettik"!


 

Selahattin Demirtaş bugün Türkiye halkların her kesimine hitap edebilen, hakların güvenini kazanan ve sempati duyulan karizmatik siyasi bir parti lideridir. Demirtaş, cezaevi sürecinden bugüne kadar ülkede birçok aydın, yazar ve gazeteci özgürlüğüne kavuşması adına defalarca çağrıda bulunmuştur. Yanısıra Avrupa bile bu cezaevi sürecini hukuki ve adil bulmuyor ve buna dair defalarca ülke iktidarını uyarmakla kalmayıp hukuki yaptırımlarda bulunmuştur. Maalesef bazen hukuk siyasi iktidarların gölgesinde kalabiliyor. Bugün ülkemizde Selahattin Demirtaş, özgür fikir ve siyasi düşüncelerini beyan etmesi nedeniyle insanlar için bir sembol görevindedir. Umarım ülkemizde özgür fikir ve düşüncelerinden dolayı cezaevlerine hapsolmuş tüm vatandaşlar tez zamanda özgürlüğüne kavuşur. 


 

Her zaman demişimdir. Evet ideolojiler, ilkeler ve düşünceler önemlidir, fakat bu değerleri en iyi şekilde fiile dökebilecek ve insanlara aktarabilecek kişilerin rolü çok daha önemlidir. A veya B partisi çok iyi tüzükleri olabilirler ama amacını aktarmakta yetersiz kalıyorsa bu durumda hiçbir kitleye ulaşamaz. Ama herhangi bir siyasi partinin başında karizmatik bir lider oldu mu? Kitlelere çok çabuk ulaşır ve partisini de çabucak kalkındırır. 7 haziran seçimlerinde HDP'yi değil baraj altında bırakmak, %13 oy oranıyla partisini meclise 80 milletvekili ile getiren ve partisini ülke muhalefetinin ikinci sırasına taşıyan büyük bir başarıdan söz ediyorum. İşte bu yüzden Selahattin Demirtaş 6 seneye yakındır cezaevinde tutukludur ve tutuklu olmasına rağmen halen halkın zihninde unutulmuyor. En son Cumhuriyet Halk Partisi ülke muhalefeti olarak gerçekleştirdiği Doğu illerinden Van'a ziyareti sırasında, vatandaşlar ekonomik dertlerini muhalefete anlatmak yerine, "Allah aşkına Selahattin Demirtaş'ı çıkarın". diye feryat eden halkın bu sözleri durumu çok iyi açıklıyor. Hatta Muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu durumu birebir yaşadığı ve o bölge vatandaşların ne istediğini çok net anladığı için halka ekonominin düzelmesi adına vaatlerden çok bana oy verin Demirtaş'ı cezaevinde çıkacağım sözleri yer aldı.


 

Demirtaş'ın karizmatik bir siyasetçi olduğu en çokta cezaevi sürecinde partisini ve kitlesini kıt kaynaklar ile ya eşinin aracılığıyla ya da avukatlarıyla gönderdiği mesajlar ile diri tutabilmesiyle başarısını kanıtlamıştır. Bununla kalmayıp ülkede kritik seçim dönemlerinde parti kitlesinin üzerindeki güçlü hakimiyetiyle yeri geldiğinde yön verebilmiştir. Bunu belediye seçimlerinde özellikle büyükşehir belediyelerinde hem iktidara hem de muhalefete parti ve kitle gücünü göstermiştir. Bunlardan yanı sıra Demirtaş ülkenin bu kötü dönemlerinde, kendisi en ağır şartlar altında cezaevi süreci yaşarken, yinede ülkenin bu kötü durumuna sessiz kalmamakla beraber düzelmesi adına diğer muhalefet partilere çağrılarda tutalım, çözüm yollarına kadar durmadan çabalamaktadır.


 

Umarım yakın tarihte Demirtaş özgürlüğüne kavuşur. Çünkü ülkemizin böyle aydın ve başarılı siyasetçilerin cezaevlerinde kalması ülke demokrasi tarihine kara bir leke olarak kalmaya devam edecektir. Son olarak yazımı ifade özgürlüğü adına rahmetli Orhan Doğan'ın kıymetli sözleriyle sonlandırmak isterim. "Düşüncelerim, dünya görüşlerim, fikirlerim çok aykırı, çok uç ve ötesinde tahammül edilmez de olabilir. Ancak, bunların doğruluğu ya da yanlışlığı ellere kelepçe vurularak değil, burada tartışılarak anlaşılabilir. Ben, sizin gibi ya da siz benim gibi düşünmek zorunda değilsiniz. Ben sizi kendim gibi düşünmeye zorlama hakkına sahip de değilim. O halde siz de beni, sizin gibi düşünme hakkına sahip olmaya zorlamamalısınız. İşte asıl bu parlamentonun erişmesi gereken olgunluk da budur, bu olmalıdır diye cümlesini bitirmiştir". Gerçek olan şu ki bugün yeryüzünde insanlar şiddete dönüştürmeden fikirlerini, düşüncelerini özgürce dile getirip birbirlerine tahammül edebilme olgunluğunu yaşayıp ve birbirlerine saygı gösterebilselerdi. Bugün yeryüzünde ne zalim bireyler kalırdı ne de acı içinde kıvranan mazlumlar insanlar olurdu.