Türkiye; 7 Haziran 2015 seçim sonuçlarının kabul edilmemesinden bu yana “siyasal bir türbülans” içerisine girmiş durumdadır. Çözüm sürecinin terk edilmesi, Suruç’tan 10 Ekim’e IŞİD katliamları, Suriye iç savaşının bölgesel bir savaşa dönüşmesi, AKP iktidarının iç ve dış politikadaki tutarsız siyaseti ve savrulmaları gibi faktörler söz konusu siyasal türbülansı derinleştirdi. 15 Temmuz 2016 tarihinde AKP’nin 2002’den bu yana destekçisi olarak bilinen Fethullah Gülen Hareketi’nin (FGH) organize ettiği iddia edilen bir darbe girişimi yaşandı ve akabinde 20 ay süren OHAL dönemi söz konusu türbülansın vadesini uzattı. 


Formel olarak biten OHAL’in, fiili olarak devam ettiği birçok gösterge ile görülebilir. İdari işlemlere karşı yargı yolunun kapalı olmasından, gözaltı sürelerinin keyfiliği ve uzunluğuna kadar, Anayasa’nın bazı hükümlerinin ve temel hak ve hürriyetlere dair esasların hala askıya alınmış gibi işlemesi söz konusu siyasal krizin sürdüğünü gösteriyor.

Siyasal krizin yakın gelecekte ağır ekonomik sonuçlarının yaşanacağı herkes tarafından bilindiği için 2019 Kasım genel seçimleri 24 Haziran 2018’e çekildi. Tek başına mecliste çoğunluk olan AKP iktidarı, 2019 genel seçimlerine varana kadar ortaya çıkacak olan ekonomik çöküşün ve arada yaşanacak 31 Mart yerel seçimlerinin, iktidarının sonu olabileceğini öngördü. 

“Sert çakılma yerine bir tür yönetilebilir geçiş programı” hem ekonomik durum hem de AKP iktidarı için 6 aydır denenmektedir. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi olarak tanımlanan bu “kapalı kumanda ekonomisi” (KKE) kapsamında bir bütün olarak TBMM ve Milletvekilleri etkisiz kılındı. 

Çok kapsamlı ekonomik kararların alınmasında, bütçe hazırlık sürecinde, borçlanma ve vergi politikalarındaki gelişmelerden neredeyse en son TBMM’nin haberi olmaktadır. Yeni kabinede görevlendirilen bakanların önemli bir bölümü dahi bakan olabileceklerini 24 Haziran seçim sonuçları kesinleştiğinde bilmiyorlardı. Resmi Gazete, bir önceki ay resmi gazetelerinin tekzip metinlerini gibi değişiklikleri basmaya başladı bile.
Bu iki uzun paragrafın başlıktaki ifade ile bağlantısına gelince malumunuz; poşetlerin ücretli olmasından hal’deki yangına kadar, “yedi bölge dört iklim, yediden yetmişe herkes” her şeye gelen yağmur gibi zamlardan konuşuyor. 

Merkez Bankası yüzde 5 hedefinde ısrar ederken, enflasyon 2018 yılında yüzde 20,3 olarak gerçekleşti. Gıda, kira ve ulaşım gibi başlıklardaki fahiş artışlar yurttaşların çoğunluğunda, enflasyon hesaplamalarına dair tartışmalara neden oldu.  
OHAL sürecinde işsizlik verileri cumhuriyet tarihinin en yüksek sayısına ulaştı. Ancak OHAL’i aratan bir sürecin ülkenin önünde olduğuna dair birçok resmi veri açıklanıyor. Örneğin yeni açıklanan sanayi üretimi istatistikleri ekonomik krizin ne kadar derinleşeceği ve işsizlik artışının ilk işareti gibi görünmektedir. 

Açıklanan her kötü veriden sonra iktidar sözcüleri; “OHAL’de kapatılmayan tüm kanallara canlı canlı bağlanarak” en kötüsünü gördük diye açıklama yapadursun. Bir sonraki ay, TÜİK verileriyle daha kötüsü için “şapkadan çıkaracak müjdeli haberler”  hazırlasınlar. Kısaca sorunun kaynağı soruna çözüm olamaz. Yaşanan ekonomik krizin en önemli nedeni mevcut siyasal krizin mimarı olan Cumhur İttifakı’dır (CİT). 

İktidarın her siyasal ve ekonomik çılgın projesi topluma yoksulluk ve işsizlik şeklinde bir dışsallıkla dönmektedir. “Mermi ile patlıcan arasında yapılması gereken fırsat maliyeti tartışması” krizin çerçevesini ortaya çıkaracaktır. AKP Genel Başkanı yerel seçim çalışmaları kapsamında bu tartışmada tarafını açıklamıştır.
CİT’in ülke için öngördüğü gelecekte ucuz gıda, iş güvenliği, grev hakkı, ölmeden önce emeklilik bulunmamaktadır. KPSS sınavında ne kadar yüksek puan alırsanız alın iş garantiniz yok. CİT iktidarı boyunca emekçiler açısından reel kayıplar yaşandı. 

MHP-AKP işbirliğinin, emeğe yönelik politik bir saldırı olduğu ifade edilebilir. Bu kapsamda CİT’in gittikçe kabaran bir faaliyet tablosu mevcuttur. Merak edenler DİSK’in açıkladığı bu raporda ayrıntıları görebilir. Ancak CİT iktidarının emeğe yönelen yapısal müdahale girişimleri devam etmektedir. Bunlardan bazılarını ifade edecek olursak;
Çalışma Bakanlığının ve İŞKUR’un tasfiyesi ve sermayeye ucuz işgücü kurumlarına dönüştürülmesi CİT’in bir çılgın projesi olarak 24 Haziran’dan sonra uygulanmaya başlanmıştır. 

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB) adından, “sosyal güvenliğin” çıkarılmış olması, basit bir isim değişikliği değil bu günlerde ironik bir şekilde “domates satan hükümetin” kapsamlı özelleştirme politikasının bir aşamasıdır. İş hukuku mevzuatından “emek ve sendika” kelimelerine “cıss” diyen CİT iktidarı üniversitelerde koruyucu iş hukuku ve toplu iş ilişkileri müfredatının kısıtlanmasına kadar bir “icraat içindedir”. Her fırsatta “Kıdem tazminatı reformunu masaya yatıran CİT”, ilk fırsatta bu kazanılmış hakkı da cuk yapacaktır. 


Grevleri yasaklamak veya ertelemekle övünen bu iktidar “işçilerin meta gibi kiralanmasına imkan sağlayan” geçici (kiralık) işçilik uygulamasını legal hale getirdi. Ekim 2016’da başlayan bu CİT uygulamasının sonuçları hala kamuoyuna açıklanmayı bekliyor.
CİT iktidarının birçok programında ifade ettiği gibi, bu iktidar sermayeden yanadır. Kayıtdışı istihdamın resmi olarak yüzde 34 gibi çok yüksek bir oranda olması, iş cinayetlerinin uzun süren yargılama süreçleri ile adeta cezasız bırakılması, mülteci ve çocuk emeğinin korunmaması, emeğin dolaylı vergi yükünün bu iktidar döneminde yükseltilmesi gibi birçok başlıkta emeğin hak kayıpları derinleşmiştir.

Tüm işçilerden kesilerek biriken işsizlik sigortası fonunun işsizlerden daha çok işverenlere ödenmesi iktidarın emekten yana bir tercih içinde olmadığını gösteriyor. Yine milyonlarca kişinin cayma hakkını kullanarak ayrıldığı zorunlu bireysel emeklilik sistemini (ZBES) yeniden zorunlu hale getirme girişimleri de iktidarın tutumunu örneklemektedir. ZBES kesintilerinin getirileri enflasyon ve kur şoku karşısında erirken emekçilerin bu sistemde zorla tutulması hukukla açıklanamaz. OHAL ve sonrasında ortaya çıkarılan ortam birçok emekçinin ZBES’ten caymasını kısıtlamıştır. 


Ülkedeki hukuk rejimi bu yöndeki bir girişimi de her an örgütlü bir suç olarak soruşturabilir.
CİT iktidarının en büyük emek hakları ihlali, kuşkusuz hukuksuz ihraçlar ve işten atmalarda ortaya çıktı. Dünya tarihinde örneği olmayan bir kapsamda 134 bin kişiyi bir gece ansızın işten atan CİT iktidarı 3. yılına giren bu hukuksuzlukta ısrar etmektedir. Yargı yolunun önündeki OHAL komisyonu engeli, 900 gün önce yapılan ihraçlara karşı CİT iktidarını korumaktadır. Mahkemeden kaçan, yaptığı “idari işlem” için yargı yoluna güvenmeyen CİT, her geçen gün bu yöntemle yeni hak kayıplarına hazırlanmaktadır.


OHAL ve KHK rejiminden kalan CİT alışkanlıkları; sendikal özgürlüklerin kısıtlanması, reel ücretlerin düşürülmesi, iş güvencesinin ortadan kaldırılması, gittikçe artan şekilde liyakatten uzaklaşılması ile sonuçlanmaktadır. 1 Kasım 2015 seçimlerinde somutlaşan CİT iktidarının her aşaması emeğe ve topluma yeni bir maliyet olarak yansımıştır.
31 Mart akşamında CİT iktidarının “yerel başarısı”, emeğe yönelik yeni bir saldırı dalgasının başlangıcı olacaktır. 

İşçi, işsiz, öğrenci, ev emekçisi, emekli olan-olmayan-olamayan, çocuk, genç, yaşlı, engelli kısacası yeni açıklanan 87 milyonluk Türkiye nüfusun (5 milyon mülteci de dahil) bu tabloyu önüne koyma vakti gelmiştir. “Mart’ın sonunda bizim olan baharı” görmek isteyenler emeğe dair bu kayıpları görmeden lütfen siyaset yapıyoruz sanmasınlar.