Van Gölü’nün soğuk suları bir genç kadını yuttu. Adı Rojin Kabaiş. 21 yaşında. Bir sabah yurttan çıktı, geri dönmedi. On sekiz gün boyunca arandı. Bulunduğunda, artık yaşamıyordu. Onun ölümünde yalnızca suyun payı yoktu; bu ülkenin çürümüş düzeni de parmağını bastı boğazına.
Burada adalet, bir masal kitabının kapağında kaldı. Masalın kahramanı hiç gelmedi, kötüler hep kazandı. İnsan hayatı, devletin gözünde bir böcek kadar değersiz. Kaybolan kadınlar, faili meçhuller, göllere gömülen bedenler… Bunlar sıradanlaştı. Çünkü bu topraklarda ölüm bir istisna değil, kuraldır.
Biz yıllardır biliyoruz: Güçlü olan dokunulmazdır, güçsüz olan mezara razı edilir. Bir anne karakol kapısında sabaha kadar bekler; devletin cevabı soğuk ve kısa: “Bekleyin.” Deliller kaybolur, dosyalar unutturulur, kameralar nedense çalışmaz. Burada ölüm bile protokole bağlanmıştır.
Sosyal medya olmasa, Rojin’in adını bile bilmeyecektiniz. Adalet bile artık retweet sayısıyla ölçülüyor. Bu ülkenin vicdanı, telefon ekranlarına hapsedilmiş bir hayalet. Yarın başka bir kadın kaybolacak, birkaç gün konuşacağız, sonra sessizlik… Ta ki yeni bir ölüm haberi gelene kadar.
Van Gölü’nden çıkarılan sadece genç bir beden değildi; bu ülkenin gençlerine dair umut da orada boğuldu. Biz biliyoruz: Burada genç olmak, kadın olmak, Kürt olmak, yoksul olmak hayatının sigortasız olması demektir. Ve bu sigortayı sağlayacak kimse yok.
Birileri bu devlete “baba” diyor. Baba mı? Babalar evladını göle bırakmaz. Babalar çocuklarının öldürülmesini izleyip “araştırıyoruz” demez. Bu, baba değil; soğuk, kör, sağır bir makinedir. İnsan öğütür, umut öğütür, geriye mezar taşları bırakır.
Rojin’in ölümü bir trajedi değil, bir tablo. Bu tabloyu yıllardır görüyoruz: kenarında kan izleri, ortasında sessizlik, arka planında utanç. Ve biliyoruz ki bu ülke değişmezse, yarın başka bir isim o tabloya eklenecek.
Biz susmuyoruz. Çünkü Nietzsche’nin dediği gibi, “Kim canavarlarla savaşırsa, sonunda kendisi de canavara dönüşür.” Biz, bu ülkenin canavarına dönüşmeyeceğiz. Susmak, onun parçası olmak demektir.
Ve Yılmaz Güney’in dediği gibi: “Bir gün mutlaka…”
Ama o gün gelene kadar, bu ölümler sizin boynunuzda asılı kalacak.