Futbol, yalnızca 22 oyuncunun sahada top koşturduğu bir oyun değil; tribünlerdeki on binlerin, ekran başındaki milyonların kalbinin attığı bir tutku. Taraftar, bu tutkunun en görünür yüzü. “Taraftarın asli görevi, 90 dakika boyunca takımını büyük bir arzu ve tükenmez bir enerjiyle desteklemektir” denir. Peki, bu tanım taraftarlığın tüm sorumluluklarını kapsar mı? Yoksa taraftar, gönüllülük esasına dayanan bu ilişkide, “12. adam” olmanın ötesinde başka yükümlülükler de taşır mı? Daha önemlisi, bu yükümlülükler ona dayatıldığında, taraftarlığın ruhuna aykırı bir durum ortaya çıkar mı? Ve belki de daha temel bir soru: Taraftar, kendi dilinde, kendi kültüründe takımını destekleme sorumluluğunu ne kadar özgürce yaşayabilir?

Taraftarlığın Gönüllü Doğası;

Taraftarlık, özünde bir sevda işidir. Kimse bir takımı desteklemeye zorlanmaz; bu, bireyin kendi seçimi, duygusal bağının bir yansımasıdır. Ancak modern futbol, bu gönüllü bağı bazen bir görevler zincirine dönüştürme eğiliminde. Örneğin, yeni bir transferin havaalanında karşılanması, sosyal medyada yankı uyandıran bir ritüel haline geldi. Türkiye’de, özellikle büyük kulüplerin taraftarları için bu ritüel, adeta bir beklenti haline geldi. Galatasaray’ın Falcao’yu, Fenerbahçe’nin Mesut Özil’i karşıladığı anlar, taraftarlığın şov yönünü gözler önüne seriyor. Ancak bu karşılamalar, taraftarın kendi isteğiyle mi, yoksa kulübün, medyanın ya da sosyal medyanın dayattığı bir baskıyla mı gerçekleşiyor? Bu noktada, taraftarlığın dil ve kültürle olan bağı da devreye giriyor. Dünyanın dört bir yanında taraftarlar, takımlarını kendi anadillerinde destekler. Liverpool taraftarlarının İngilizce marşları, Boca Juniors taraftarlarının İspanyolca tezahüratları, bu doğal bağı yansıtır. Türkiye’de ise Amedspor taraftarları için bu mesele daha karmaşık bir anlam taşır. Kürtçe, uzun yıllar yasaklı bir dil olarak marjinalleştirilmiş, asimilasyon politikalarıyla gölgelenmiştir. Bu nedenle, Amedspor taraftarlarının tribünlerde Kürtçe tezahürat yapması, sadece bir destek ifadesi değil, aynı zamanda kültürel kimliğin bir yansımasıdır. Bu, gönüllü bir sevda olmanın ötesine geçer; bir sorumluluk, hatta bir direniş biçimi haline gelir. Ancak bu sorumluluk, dış baskılarla cılız kalmışsa da, taraftarlığın özünde var olan bir haktır.

12. Adamın Ötesinde:

Ahlaki ve Sportif Sorumluluklar Taraftarlığın yalnızca tezahürat yapmakla sınırlı olmadığını savunanlar, taraftarın ahlaki ve sportif sorumluluklarının daha geniş bir çerçevede ele alınması gerektiğini öne sürüyor. Fair-play ruhuna uygun davranmak, rakip takıma ve oyunculara saygı göstermek, tribünlerde şiddetten uzak durmak gibi unsurlar, modern futbolun taraftardan beklediği ahlaki sorumluluklar arasında. İngiltere’de, Liverpool taraftarlarının “You’ll Never Walk Alone” marşıyla kenetlenmesi, sadece takımı desteklemekle kalmayıp, bir topluluk ruhunu ve dayanışmayı da simgeliyor. Bu, taraftarlığın yalnızca takımı ateşlemek değil, aynı zamanda bir değerler sistemini temsil etme sorumluluğunu da içerdiğini gösteriyor. Amedspor taraftarları için ise bu sorumluluk, kültürel bir boyuta da uzanıyor. Kürtçe tezahüratlar, tribünlerde sadece bir destek ifadesi değil, aynı zamanda bir kimlik beyanıdır. Dünyada başka örnekler de var: İspanya’da Barcelona taraftarlarının Katalanca tezahüratları, Bask Bölgesi’nde Athletic Bilbao taraftarlarının Baskça marşları, hem sportif hem de kültürel bir duruşu temsil eder. Ancak Türkiye’de, Amedspor taraftarlarının bu hakkı kullanması, zaman zaman siyasi tartışmalara çekilmiş, bu da taraftarlığın gönüllü ruhunu gölgelemiştir. Oysa anadilde tezahürat, taraftarlığın evrensel bir parçasıdır; ne bir dayatma ne de bir lüks, sadece bir haktır.

Havaalanı Ritüeli:

Görev mi, Coşku mu? Türkiye’de havaalanı karşılamaları, taraftarlığın en görkemli ama bir o kadar da tartışmalı ritüellerinden biri. Dünyada da benzer örnekler var. Brezilya’da, Flamengo taraftarlarının yeni transferleri karşılamak için havaalanlarını doldurması, bu coşkunun evrensel bir yönü olduğunu gösteriyor. Ancak bu karşılamalar, taraftarın kendi içinden gelen bir arzu mu, yoksa kulübün PR stratejisinin bir parçası mı? Kulüpler, bu tür organizasyonları sosyal medyada bir güç gösterisi olarak kullanırken, taraftar bazen kendini bu şovun bir figüranı gibi hissedebilir. Gönüllülük esasına dayanan taraftarlık, bu noktada bir “görev” algısına dönüşebilir ve bu, eşyanın doğasına aykırı bir durum yaratabilir. Amedspor taraftarları için ise bu tür ritüeller, daha derin bir anlam taşıyabilir. Bir oyuncuyu havaalanında karşılamak, sadece bir coşku gösterisi değil, aynı zamanda bir topluluğun kenetlenme biçimidir. Eğer bu karşılamada Kürtçe tezahüratlar yükselirse, bu, yalnızca takıma değil, bir kültüre ve kimliğe olan bağlılığın da ilanıdır. Ancak bu, bir “görev” olarak değil, taraftarın kendi iradesiyle ortaya koyduğu bir duruş olarak anlam kazanır.

Taraftarlığın Geleceği;

Taraftarlık, futbolun ruhunu canlı tutan bir ateş. Ancak bu ateşin nasıl yanacağı, taraftarın kendi seçimi olmalı. Kulüplerin, medyanın ya da sosyal medyanın taraftara “şunu yapmalısın” demesi, bu gönüllü bağı zedeleyebilir. Taraftar, 90 dakika boyunca takımını desteklerken, fair-play ruhuna uygun davranırken, hatta havaalanında yeni bir yıldızı karşılarken, bunu kendi arzusuyla yapmalı. Amedspor taraftarı için bu arzu, Kürtçe tezahüratlarla kimliğini ifade etme özgürlüğünü de içerir. Bu özgürlük, yıllarca baskılanmış bir dilin ve kültürün tribünlerde yeniden can bulması anlamına gelir.Dünya örnekleri, taraftarlığın hem birleştirici hem de ayrıştırıcı olabileceğini gösteriyor. Almanya’da Borussia Dortmund’un “Sarı Duvar”ı, taraftarlığın topluluk ruhunu yüceltirken, Arjantin’de Boca Juniors-River Plate rekabetinde görülen aşırılıklar, taraftarlığın karanlık yüzünü ortaya koyuyor. Türkiye’de ise taraftarlık, hem bu coşkuyu hem de bu tartışmaları barındırıyor. Amedspor taraftarlarının Kürtçe tezahüratları, bu coşkunun ve tartışmanın tam ortasında yer alıyor. Önemli olan, taraftarın kendi sesini, kendi dilini, kendi ruhunu kaybetmeden, bu güzel oyunun bir parçası olmaya devam etmesi.

Sonuç olarak, taraftarlık bir sevda işidir; ne bir görev, ne bir zorunluluk. 12. adam olmanın ötesine geçen sorumluluklar, ancak taraftarın kendi iradesiyle anlam kazanır. Havaalanında meşale yakmak mı, tribünde son dakikaya kadar bağırmak mı, yoksa anadilinde tezahürat yaparak kimliğini haykırmak mı? Taraftar, kendi yolunu seçmekte özgür olmalı. Çünkü futbol, taraftarıyla, onun diliyle, onun ruhuyla güzel.