Amedspor’un Sivasspor’u 4-2 yendiği maç, bir futbol karşılaşmasından çok daha fazlasını anlatıyor. Sanki bir tiyatro sahnesi, bir destan ya da Olimpos’tan yeryüzüne inmiş bir habercinin kaosa düzen getiren öyküsü. Bu öykünün başrolünde, Dia Saba var. Onun performansı, maçın akışını, taleplerini, hatta oyunun kendisini gölgede bırakacak kadar büyüleyiciydi.
Sahanın ortasında, top her ayağına değdiğinde, sanki zaman duruyor, kaos bir anlığına susuyor ve futbolun estetik ruhu yeniden hayat buluyordu.Dia Saba’nın bu maçta attığı üç gol ve yaptığı bir asist, sadece skor tabelasına yazılan sayılar değil, adeta bir sanat eserinin fırça darbeleriydi.
İlk gol, onun zekâsının, sezgisinin ve baskı altında sakin kalma yeteneğinin bir yansımasıydı. Her şey, Diagne’nin ceza sahasında sırtı dönük aldığı topla başladı. Diagne, ağır hareketlerle rakibe feyk atıp sol ayağıyla adresiz bir pas gönderdiğinde, top Sivasspor savunmasının kafasından sekip ceza sahası çizgisine düştü. İki Sivassporlu oyuncunun beceriksizce topu uzaklaştırma çabası, kaosun bir anlık zaferi gibiydi.
Ama işte tam o anda, sahnede Dia Saba belirdi. Sinan’ın ona uzattığı topu, bir sihirbazın asasıyla dokunur gibi kontrol etti. Rakip oyuncuların arasında kaybolmuş gibi görünen bu minyatür maestro, topu düzeltti ve kaleye bir ok gibi gönderdi. Bu gol, çevre kontrolünün, sezgisel hareketin ve zihinsel sağlamlığın bir hediyesiydi. Sanki Diagne’ye dönüp, “Bak, bu iş böyle yapılır,” demişti.
İkinci gol, Dia Saba’nın ruhunu daha da net anlatıyordu. Sol kenar çizgisinden, orta sahaya yakın bir noktadan Sinan’ın sol ayağıyla gönderdiği pas, yine onun radarına takıldı. Diagne topa hamle yapmak isterken, Saba’nın “Bana bırak,” dercesine bir aura yarattığını hissetmemek imkânsızdı. Topu kontrol ederken aynı anda rakibini eksiltti, kendine alan ve zaman yarattı. Ardından gelen vuruş, sadece bir gol değil, adeta bir estetik manifestoydu.
Uzaktan çekilen o şut, topun havada süzülüşü, kaleye doğru dans edişi... Bu an, futbolun fiziksel bir oyun olmadığını, aynı zamanda bir sanat olduğunu kanıtlıyordu. Gol, kaleciyi çaresiz bıraktı ve futbolun büyüsünü bir kez daha hatırlattı.
Üçüncü gol ise, Saba’nın kelebek hafifliğindeki dokunuşunun eseriydi. Fernando’nun kilit pasına, sanki bir ressamın tuvaline son fırça darbesini vurur gibi yaklaştı. Top, onun ayağından usulca süzüldü, kale direğinin kenarını nazikçe öptü ve ağların kollarına bir sevgili gibi yerleşti. Bu gol, Saba’nın sahadaki zarafetini, oyunu okuma yeteneğini ve topa hükmetme sanatını gözler önüne serdi.
Ve asist... Moreno’nun golü, Dia Saba’nın cömertliğinin bir yansımasıydı. Kafa ile Moreno’nun önüne bıraktığı top, öyle hassas, öyle kusursuzdu ki, Moreno’nun kaleciyle karşı karşıya kalıp golü atması, adeta bir formaliteye dönüştü. Bu an, Saba’nın sadece bir golcü değil, aynı zamanda bir oyun kurucu, bir maestro olduğunu kanıtladı
.Dia Saba, bu maçta sahanın her köşesinde bir iz bıraktı. Onun performansı, futbolun sadece koşu, mücadele ya da taktik olmadığını; aynı zamanda sezgi, estetik ve ilham olduğunu gösterdi. Sivasspor ağlarına bıraktığı üç gol ve bir asist, bir maçın değil, futbolun ruhunun bir özetiydi. Sanki Olimpos’tan yeryüzüne inmiş bir haberci, kaosun ortasında düzeni fısıldadı ve herkese, “İşte futbolcu bu,” dedirtti.