Dünya çapında herkesin yıllardan beri tanık olduğu bir dünya görüşü hakimdir. Ortadoğu'da İsrail devletinin, Filistin halkına yıllardan beri sürekli zulümler yaşattığı inkâr edilemez bir gerçektir. Fakat son yaşanan hadisede, Hamas'ın öncülüğünde Filistin'in 7 Ekim'de başlattığı saldırıyla İsrail'e binlerce roket atması ve bu saldırı sonrası karadan Gazze sınırındaki Yahudi yerleşim yerlerine sızarak çok sayıda İsrail vatandaşını rehin aldı. Filistin'in bu saldırısını kimi destekleyenler, yıllardır İsrail zulmüne karşı bir intifada girişimi olarak değerlendiriyor. Bu düşüncenin aksine saldırıyı desteklemeyenler ise bu gelişme Filistin halkının haklı dava ve mücadelesini karalamaya götürdüğünü savunuyor. Saldırıda atılan roketlerin yüzlerce sivili hedef alması ve savaş ilanından hemen sonra İsrail'in tepkisel olarak Filistin'e acımasızca bombardıman saldırıları sonucu, Ortadoğu yeni bir kan gölüne dönüşmesine neden oldu.

Bu savaş ile beraber ABD ve Avrupa ülkeleri İsrail'in tarafını seçerek, Filistin halkının yıllardır İsrail'in pençesinde görmüş olduğu zulümlerin, katliamların sonucuda edinmiş olduğu mazlum kimliğini tamamen yok saymaya gittiler. İsrail'in  ABD ve Avrupa ülkelerinde gördüğü bu destekle, Filistin'e karşı savaş şiddetini daha da artırmaya gitti. Hergün Filistin'de binlerce çocuk, kadın ve yaşlı ölüyor. Siviller tamamen korunaksız bir halde olup, yetersiz su ve beslenme koşulları altında bombaların hedefinde yer alıyor. Filistinli sivillerin kaçacağı, korunacağı güvenli hiçbir çıkış alanı yok. Kısacası ölüme terkedilmiş bir şekilde, Dünya sadece bu insanların ölümünü izliyor.
Peki savaş alanında son gelişmeler nasıl ilerliyor? Filistin devletinin düzenli bir askerî gücünün olmayışı nedeniyle halk cephesinin yıllardan beri silaha karşı yürüttüğü taş ve sapan mücadelesi beyhude bir mücadeleyi anımsatıyordu. Bugünkü yaşanan sıcak savaş çatışmalarında ise doğrusu eskiye nazaran Filistin'in kara harekatında güç edindiğini söyleyebiliriz. Fakat bugün Filistin yine düzenli bir orduya sahip değil. Filistin öncülüğünde Hamas'ın elinde her ne kadar silahlar bulunsa da yine de İsrail savaş uçaklarına karşı mücadelesi sınırlı kalıyor. Bu durum yine eşit ve adil bir savaşın, bir mücadelenin olmadığını çok bariz gösteriyor. Hamas'ın öncülüğünde Filistin'in yaktığı bu savaş ateşi, kendi evinin küle dönmesine sebep oldu. Çünkü İsrail'e karşı açtığı bu savaş dayanağı zayıf olan bir savaştır. Filistin devleti yıllardan beri bir düzene sahip olmayan ve parçalanmış topraklarda birçok silahlı örgütün döl yatağı hâline gelmiş bir bölgedir. Zaman içerisinde Yahudiler dünya üzerinde bir toprak parçasına dahi sahip değilken, İsrail'e topraklarını satarak İsrail'i devlet haline getirdi. Şimdi satılan bir toprağın veya malın tekrar sahibi benim demek doğrusu biraz ironi kaçar. Tabi şu göz ardı edilmemelidir ki, düzensiz yönetiminden ötürü toprak bütünlüğünü koruyamayan Filistin devleti, zaman içerisinde İsrail'in çeşitli oyunlarına maruz kaldığı gerçeği inkâr edilemez.

Aslında diyebiliriz bu savaş, İsrail yönetiminde yer alan iktidarında işine geldi. Son zamanlarda mevcut İsrail yönetimin, ülke muhalefeti ile iktidar yarışında koltuğununu kaybetme endişesi taşırken, Hamas'ın İsrail'e saldırısı sonrası, İsrail devlet başkanı Binyamin Netanyahu bu savaşın varlığı onu yeniden iktidarda kalaması için bir avantaj niteliğini taşıyacağını iyi biliyordu. Bu yüzden Netanyahu savaşın daha kızgın hâle dönüşmesi için en sert şekilde savaş politikalarını izlemeye gitmektedir. Bu her zaman böyledir; Bir ülkede savaşın ve kaosun varlığı, o ülkenin yönetiminde yer alan iktidarın ömrünün uzamasını sağlayacaktır. 21.yy'da savaş iktidarların güvencesi olup, İktidarlar gücünü şiddetten almaktadır.

Hamas'ın silahlı kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları, 7 Ekim sabahı İsrail'e "Aksa Tufanı" adıyla kapsamlı saldırı başlatmasıyla Filistin halkını büyük bir tehlikenin eşiğine getirdi. İsrail devleti önceki yılların deneyimi ile gücünü ABD'den aldığına dair bunu tüm dünya'ya göstermesine rağmen, Hamas'ın neye dayanarak ve neye güvenerek bu savaşı başlattı? Doğrusu bu akıllarda soru işareti bırakıyor. Bir taraftan İran ve birkaç Arap devletlerinin Hamas'ın sırtını sıvazlaması ile savaş başladıktan hemen sonra yalnız bırakılan Filistin devleti, ABD ve İsrail'e karşı derin bir çaresizlik içinde can çekişiyor. Bugün İsrail devletinin Filistin'e karşı savaş politikasında en ufak bir acıma duygusu yok. İsrail uluslararası hukuk zemininde insani hiçbir kural tanınmamaktadır. Hastaneler, ibadethaneler, su kaynakları ve temel yaşam malzemelerin bulunduğu tüm birimleri acımadan bombalayarak nefretini kusmaktadır. Bu savaşta siviller hedef alınıyor ve tabiki savaşların en masumu, en çok ölenleri yine çocuklar oluyor. Bu acı manraza karşısında ABD, Avrupa, ve tüm dünya ülkeleri derin sessizliğe büründü. Bu durum da anlaşılıyor ki uluslararası zeminde İnsani hukuk normların hiçbir kıymeti ve değeri yok.

Ortadoğu'da yıllardan beri Filistin, sembolik bir siyaset malzemesi haline dönüşmüştür. Ortadoğu'da bulunan devlet yöneticileri, örgüt öncüleri veya siyasi parti liderleri, bünyelerinde bulunan müslüman halklarını etkilemek veya onları kendi yoluna çekebilmek adına, kendilerini sürekli ezilen Filistin halkının kurtarıcısı ve İsrail'in sonunu getirecek güç olarak tanımlarlar. Fakat savaş zamanında bu tür görüşlerin öncüleri tabiri yerinde olursa, deve kuşu gibi başlarını kuma gömerek derin bir sessizliğe yatarlar. Çünkü bu zihniyetler Ortadoğu'da ABD'nin kuklası ve maşası haline dönüşmüş olup, sus denildiğinde susmasını çok iyi biliyorlar.

Bu savaşa dair gözlemlerimde şöyle bir düşünceyi açığa çıkarmak istiyorum. Bence bir devlet, topraklarından önce halkını koruyabilmelidir. Eğer halk yoksa kuru toprağın varlığı kıymetsizdir. Hamas'ın öncülüğünde İsrail'e karşı açılan bu savaş gösteriyor ki Filistin halkının güvenliği hesaba katmadan, can kayıplarını gözetmeden ve zor durumda kaldığında çekinmeden sivil halkı canlı siper hâline getirebilecek bir savaşa girildi. Bu savaş politikası bencilce hazırlanan bir politikadır. Evet halk yeri geldiğinde mücadele etmesini bilmeli, omuz omuza verip baş eğmemeli fakat günümüz modern dünyasında savaş ahlakı diye birşey yok. Ukrayna, Rusya'ya karşı savaşa girdiğinde ilk yaptığı eylem sivil halkını savaş alanından uzak bir yere yerleştirerek, halkının güvenliğini sağlamak oldu. Keza aynı durumu Azerbaycan ile Ermenistan savaşında da bu ülkeler sivil halkını korumak adına aynı politikayı uyguladı. Çünkü savaş bölgesinde düşmanlık vardır. Çirkeflik vardır ve acımasızlık hâkimdir. 

Modern dönemin savaşları çok gaddar ve acımasız savaşlardır. Örneğin ilahi dinlerin yeryüzüne getirmiş olduğu savaş ahlakı, modern dönemin savaşlarında yer almaz. Çünkü İlahi dinlerin savaş hukukunda kadınlara, çocuklara, yaşlılara, savaşta savunmasız esirlere, hayvanlara ve doğaya dokunulmaz, bunlara merhamet edilirdi. Öyle ki modern dönemin savaşlarında acıma duygusunun yeri yoktur. Mesela devletler savaşta düşmanını yok etmek adına tüm gücünü kullanmaktan çekinmez. Buna geçmişte dünya savaşlarında kullanılan atom bombası ve kimyasal silahların kullanımları örnek verilebilir. Kısacası modern dönemin savaşlarında çocuklar katlediliyor, kadınlar tecavüze uğruyor, yaşlılara merhamet edilmiyor, hayvanlar zarar görüyor ve doğayı tamamen talan ve imha etme anlayışı yer alıyor. Bu anlayışa somut bir örnek vermek gerekirse, geçmişte Halepçe katliamı olarak bilinen, Saddam Hüseyin diktatörlüğünde Kuzey Kürdistan bölgesindeki Kürtlere yönelik kimyasal silahlarla yapılan saldırı sonucunda yüzbinlerce kadın, çocuk, yaşlı bu katliamın kıyımından geçti. Ki geçmişte olduğu gibi dün ve bugün hâlen Suriye'den, Filistin'de hastaneler bombardımana uğrayarak, sivil halkın içine kimyasal bombalar atılıyor ve yine yüzlerce, binlerce insan gözler önünde katlediliyor. İşte bu acı tabloya karşı modern dünyanın insani duyarlılığı, olaylara bakışı sadece izlemek ve iki gün gündemde yer edinip, sonra normalleşme yolunda hayata devam ediyor.

Yahudiler tarihte büyük acılar görmüş ve büyük katliamlardan geçmiş bir halktır. Yahudiler geçmişte Hitler öncülüğünde Nazi Almanyası'nın kıyımından geçmesiyle beraber dünya tarih sahnesinde mazlum ve ezilmiş bir halk sıfatındaydı. Fakat bugün Netanyayu öncülüğünde İsrail'in Filistin'e acımasızca bombardımana tutup, katliam yaşatmasın da anlaşılıyor ki Yahudiler bu zalimliklerini geçmişte kendilerini kıyımdan geçiren Hitler'den örnek alıyor.

Bugün Ortadoğu'da yaşanan İsrail-Filistin savaşı kısa bir döngüden ziyade kısır bir döngüye doğru yol alıyor. Şüphesiz ki bu savaşın en çok gürlemesini ve daha da alevlenmesini sağlayan devlet ABD'dir. Ortadoğu bu gidişat ile kendi içinde 3.Dünya savaşına doğru yol almaktadır. Zemin çok kaygan ve bu durum her an denge taşlarını yerinde oynatabilir. ABD, dünya'da diğer vakalet savaşlarında olduğu gibi İsrail ile Filistin savaşında da temel aktör görevini sürdürmektedir. Çünkü böyle kızgın savaşlarda silah ticareti emperyalist devletlerin kaçınılmaz temel politikasıdır. 

İsrail-Filistin savaşında ABD ve Avrupa ülkeleri İsrail'e açık taraf olurken, Ortadoğu'da Arap devletleri ve kendini Müslüman olarak tanıtan diğer devletlerin Filistin'i yalnız bırakması ile İslam dini birliğin Ortadoğu'da tamamen yitirildiğinin bir göstergesidir. Bu savaş ile beraber birkez daha yakından şahit oluyoruz ki, 21.Yüzyılın dini para ve insanlar güce dönük itaat ediyorlar. Çıkar çatışmalarının hakim olduğu yeni dünya düzeninde artık ne din bütünlüğü arayışı var ne de milliyetçiliğin çatısında bir birleşme çabası kaldı. Yeryüzünde tek bir uğraş kaldı. O da kontrollü bir gücün bir parçası olmaktır. Çünkü modern dünyamızda artık kontrolsüz güç, güç değildir. Kontrolü elinde tutabilen güçlüdür.