İktidarın, Partili cumhurbaşkanlığı sistemine geçişle ekonomide uçma vaadini, Avrupa birliğine tam üyelik, Kürt sorununun demokratik yollarla çözümü gibi geçmiş zaman vaatleri gibi yerine getirememesinin katkısıyla ekonomik krizin derinleşmesi, elektrik, akaryakıt ve bunlara paralel, başta temel gıda ürünleri olmak üzere gerçekleşen fahiş fiyat artışlarıyla,  yoksul halkın açlığa mahkum edilmesi, muhalefet partilerinin özgüvenini arttırmış durumda.


 

Bu düzlemde muhalefet, alaturka başkanlık sistemi üzerinden sistem, ekonomik kriz üzerinden de ekonomi eleştirisi olmak üzere iki sütun üzerinden politika yükseltmeye yoğunlaştı.

 

“Gözlerdeki ışıltı” gibi romantik bir söylemden öte, daha gerçekçi ve akılcı bir siyaset üretemeyen iktidar partisine karşı altı muhalefet partisi bir araya gelerek, seçim ittifakına evrilebilecek bir birliktelikle, birlikteliklerinin asıl ayrıntılarını 28 Şubat’ta deklere edeceklerini beyan ettiler.

 

Altılı muhalefetin, cumhurbaşkanı seçtirebilecek yeterlilikte bir oy oranına sahip olmadığı hepimizin malumu. HDP’nin oylarına hem muhtaç hem de talip oldukları gerçeğine rağmen, muhalefetin HDP ile aynı karede görülmemeyi tercih ederek, HDP’yi altılı zirveye davet etmemeleri başta Kürtler olmak üzere, tüm ötekileri temsil eden HDP seçmenini, duygusal olarak rahatsız etti. Duygusal diyorum, çünkü üçüncü bir yol inşasında olan ve tüm ötekilerin temsilciliğini yapma özverisi içinde olan HDP’nin, omurgasını CHP’nin oluşturduğu ve mevcut iktidar bloğu ayrılıkçılarından oluşan siyasal islamcı ve milliyetçi partilerden teşkil diğer partilerle aynı masada olması, HDP tabanında daha fazla kırılmaya neden olacağı kanaatindeyim. Nitekim, mevcut masa, HDP’nin dahil olamayacağı kadar muhafazakar, milliyetçi, liberal ve nihayetinde sağ nitelikte.

 

28 Şubat’ta, altı partinin mutabakata vardıkları ilkelerin deklere edileceği ana kadar, kesin yorumdan sakınmakla birlikte, görünür eksiklikleri dillendirmek gerekir. Muhalefet, mevcut politikalarını genişletmez, bahsini ettiğim iki husus üzerinden siyaset yapmakta ısrarcı olursa, kendi seçmeni üzerinde de ciddi hayal kırıklıklarına neden olabilir. Tek adam eliyle monarşik bir rejime dönen sisteme karşı, demokratik zemin üzerine inşa edilmemiş, “güçlendirilmiş parlamenter sistem”de ısrar, güçlü bir parlamento ile de oligarşik bir durum oluşturabilir. Mevzu bahis “güç” ise, mevcut yönetim şekli ziyadesiyle “güç”lü! Bu nedenle, ülkenin yapısal sorunlarının öncelendiği, kapsayıcı nitelikte, tam anlamıyla demokratik bir sistemin inşasına yoğunlaşmak daha rasyonel olacaktır. Halihazırda A. Öcalan ile görüştüğünü tereddütsüzce dile getiren Erdoğan’a karşı, HDP ile poz vermekten kaçınmak, muhalefetin siyasi cesaretinin doyuma ulaşamadığının kanıtı. Gereğini yerine getirmemiş olsa da, vakti zamanında Erdoğan’ın dile getirdiği, Kürt açılımı, Alevi açılımı, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, eyalet sistemi, valilerin seçimle göreve getirilmesi gibi siyasi söylemlerin hiç telaffuz dahi edilememesi, büyük bir eksiklik olarak muhalefetin hanesine yazılıyor. Ülkedeki demokrasi, insan hakları, hukuk, ifade ve düşünce özgürlüğünün önündeki engeller gibi başat sorunlara yoğunlaşamaması, muhalefetin genişlemesi ve başarısı önünde ciddi bir handikap.

 

Tüm yurttaşları çok ciddi biçimde etkiliyor olması gerçeğine rağmen, muhalefetin politikalarını ekonomik kriz merkezli kurgulaması çok ciddi riskler barındırıyor. 20 yıldır tek başına ülkeyi yöneten iktidar partisinin, geçici bir süreliğine de olsa ekonomik düzlemde bir rahatlamaya neden olabileceği ihtimalini yok saymamak gerekiyor. İzlediği yanlış politikalar ve iktidar şerbetinin vazgeçilmez tadının da etkisiyle AKP, kendini iktidarda kalmaya mecbur  hissediyor. Devlet kadroları üzerindeki etkisi, parti devletine evrilen ülke yönetimi, seçimlere iktidarda olarak girecekleri gerçeği de göz önünde bulundurulmalı. Bunların marifetiyle ekonomide geçici, “yalancı bahar” oluşturma olasılığını yok saymamak gerekir. 

 

İktisat ilminin özüne aykırı olan, “faiz sebep, enflasyon sonuç”  savına ve tüm Nass’lara rağmen, ilk toplantısında merkez bankasının para politikası faiz oranını 3-5 yüz baz puan arttırmayacağını kim taahhüt edebilir? Böyle bir hamle ile doların biraz durulması ve baskın bir seçime gidilmesi mümkün olabilir. Buna karşın altılı birlikteliğin bir “B” planı var mıdır acaba? Ki, iktidarın her daim gizli bir ajandasının olduğuna defalarca tanık olduk.

 

Ülkenin, yeniden inşası vaadiyle yola çıkmış bir muhalefetin, yapısal sorunlarından öte, ekonomik kriz üzerinden politika üretmeye odaklanması, muhalefeti iktidar alternatifinden ziyade, ekonomik bir muhale/pet’e evirebilir ve ülke için asla geri dönüşü olmayan yıkıcı hasarlara yol açabilir. Elektrik faturasını ödemeyeceğini beyan eden ana muhalefet liderinden, kuşkusuz ki toplumsal muhalefetin beklentisi, daha radikal ve kapsayıcı çıkışlarla muhalefet bloğunu pekiştirmesidir.