Amedspor kadın futbol takımını izlemek üzere bugün Bismil'den Diyarbakır'a geçtim. Amedspor ile Hakkarigücü arasında oynanan maçı izleyecek ve çok pozitif anlarla dolu olacağına inandığım bir maç yazısı kaleme alacaktım. Şehrin önemli ve değerli şahsiyetlerinden oluşan seçkin bir taraftar topluluğuna da tanıklık edince, kendi kendimi iyimser bir ruh hali içinde daha fazla motive etmeye çalıştım. Amedspor eski başkanı sayın Burç Baysal, Amedspor kongresi öncesi başkan adaylığı ilan edilen sayın Nahit Eren ve yüzlerce kişiden oluşan aşina, butik bir kitle önünde maçın oynanacağını tahayyül ederek, zarif ve şiirsel bir maç hayal etmeye başladım.
İki Kürt kadın takımı, Kürt aklı ve estetiği gibi kavramsallıkları düşünerek, kendimi 'yoldan' çıkardım. Aklım ve duygularım arasında oluşan o zarif şüpheye de itibar etmedim. Ne de olsa iflah olmaz bir futbol romantiği ve Kürtlerin her şeyine âşık bir irrasyonalisttim. Duygusallık, romantizm ve irrasyonel güçleri zihnimde toparladım ve analitik zekâyı kovdum.
Maç başladı. Toplar havada uçuşuyor, yerde sert bir itiş kakış hüküm sürmeye başlayınca, kendi ellerimle gönüllü olarak oluşturduğum hayalin yerini aşk acısını andıran derin bir kırıklık almaya başladı. Saatime baktım; henüz maçın 10. dakikası ve öfke şimşekleri tepemde dans ediyordu. Zihnim, iyimser umudu terk etmiş, sevgi sözcükleri solmuş, geriye gri bulutlardan oluşan aksi bir rüzgâr kalmıştı. Suçlu arayan gözlerim önce sahanın içine odaklandı. Özellikle saha kenarındaki teknik direktörün –görevlerini ihmal etmiş birinin baskın çıkarak herkese talimatlar yağdıran tavrı– bana çok antipatik gelmişti.
Öfkem keskin bir bıçak gibi sahanın içinde dolaşmaya başlayıp 'radikal kurban' arayışına girince, iç sesimin beni suçlayan terennümünü işitmeye başladım. Büyük beklenti yaratan bendim. Kimse hiçbir şey vaat etmemişken, kendimi yağlamış ve kıvamına sokmuştum. Şimdi de o beklenti karşılanmayınca suç arayışına girmiştim. Önce bir sigara yaktım, derin bir nefes çektim ve analitik yanımı imdada çağırdım.
Kendi suçluluğumu ve sorumluluğumu teslim ettikten sonra, soğukkanlıca ilk sorumu sordum: 'Görüş alanıma düşen eylemler dizisi içinde beni en çok rahatsız eden şey neydi?'
Yanıt çok gecikmedi: 'Yeşil çimlerin üstünde kadınlar var ama her şey erkekçe' dedi. 'Bundan daha doğal ne olabilir' dedim, 'futbol bir erkek oyunu, sert, agresif ve yüksek efor istiyor'. Zihnim ikiye bölünmüştü ve taraflar sert bir polemiğin eşiğindeydi. O an maksadını aşacak şeyler duymamak için zihnime biraz ara verdirdim. Ama nafile; Pandoranın kutusu açılmıştı bir kere.
'Bu oyunu başka türlü oynamak mümkün değil diyenlerden biri olduğunu bilmiyordum' dedi adeta alay ederek analitik yanım. 'Kadının olduğu her yerde zarafet beklemek eşyanın tabiatındadır' dedi ve ekledi: 'Kadının kıvrak ve keskin zekası, ayrıntılara büyük değer biçen yüksek kapasiteli aklı... Unutman seni sıradanlaştırıyor; unutma, oyun erkek oyunu ama oynayanlar kadın, dolayısıyla kadınca kimi güzellikler görmek çok absürd bir beklenti değil.'
Şaşırmıştım. Konuyu el çabukluğuyla değiştirmek amacıyla saha hakkında somut şeyler sordum: 'Peki,' dedim, 'şu gördüğümüz oyun sanki akıl keşfedilmemiş gibi neden salt refleksle oynanıyor? Listeyi uzatabilirim: Plan yapmak, plana bağlı oynamak da henüz uğramamış bu mahalleye? İş ve görev birliği denilen bir şey var ve buna bağlı olarak dağıtılan roller de var; neden hiçbiri gözüme çarpıp zihnimde bir odağa dönüşmüyor?' Doğrusu, hikâye uzun ve bu diyalogları uzatmaya çalışırsam korkarım roman formatında bir metin çıkar, dedim ve tartışmayı burada kestim.
Kadın futbolunun eğitim reformuna ihtiyacı var
Ali Fikri Işık
Trend Haberler

Mazlum Abdi: Koalisyon ile 5 noktada anlaştık

Ekrem İmamoğlu’ndan Türkiye’nin Selahattin Demirtaş itirazına tepki

Buldan: Öcalan, Demirtaş’ın serbest bırakılmasını istedi

ENGİN OKUDUCU YAZDI: ANMAK, UNUTMAMAK: BAHOZ XANÎ

Gazeteci Hakan Tosun’un beyin ölümü gerçekleşti

Almanya'da yaşayan Kürt siyasetçi Mehmet Agatay: Göç bir sorun değil, doğru yönetilirse bir fırsattır