Gün, İnsan kalabilme günü;

Gündemimizde İsrail ve Filistin savaşına dair neler var? Bu çok nettir hiçbir şey olmamış gibi hayatlarımıza devam edip gidiyoruz. İsrail'in Filistin'de yaşattığı zulüme tepki olarak medya ağları yeterince gündemi gereksiz birçok haberlere yer vererek insanların algıları tamamen afyonlaştırmış durumda. Ufaktan ara ara tepkiler oluşmaya gitse de ne yazık ki bu insanların uyanmasında yetersiz kalıyor. Özellikle ülkemizde siyasi partilerin kıran kırana devam eden yerel seçim mücadelesiyle beraber, ülke gündeminde Filistin'e dair tepkiler tamamen etkisiz hale geldi. Şuan Filistin halkının acılar içinde yakarışına en çok destek ve tepkiler batı ülkelerinde yaşayan insanlardan geliyor. Bu insanlar Filistin'deki insanlar ile herhangi bir dini bütünlük içerisinde değiller. Aynı zamanda düşünsel anlamda da örtüşmemektedirler. Bu demek oluyor ki oradaki insanlar, insanca yaşamın özünü kavrayabilmişler. Çünkü hakikati yaşayan insan, karşısında acı içinde kıvranan bir insana karşı yabancı olamaz. 

Ortadoğu'da İsrail'in Filistin'e yaşattığı soykırıma karşı dünya halen derin uykusundan uyanıp, sessizliğini bozamadı. Bugün Filistin'de yaşanılan ve yaşatılan savaş ile beraber geçmişten bu yana insan yaşamına kıymet veren ve insanların haklarını koruyan tüm uluslararası yasalar, sözleşmeler, beyannamelerin hiçbir kıymeti ve değeri kalmadı. Çünkü İsrail'in bu sürdürdüğü savaş politikası tüm uluslararası savaş hukuku ve kurallarını ayaklar altına almış durumda, bugün Filistin halkı kadın, çocuk, yaşlı, genç demeden büyük bir katliamın eşiğinde, açlık ve susuzlukla beraber ölüme terkedilmiş bir vaziyettedir. Bugün Filistin halkı acılar içinde kıvranıyor ve tüm dünyaya ellerini açmış yardım diliyorlar. Kimisi eşini, kimisi çocuğunu ve kimisi ise orada ailesini kaybediyor. Bu yaşanan tüm acılara karşı, insani bir kimlik adına içimizde empati duygusunu gerçek anlamda yaşayamıyoruz. Çünkü ölenler kendi ailelerimizden, kendi çocuklarımızdan ve kendi sevdiklerimizden değiller. Belki ölenler ve öldürülenler kendi sevdiklerimiz olsa, inanıyorum ki gücümüz yetse tüm dünyayı paramparça ederiz. Ama ne yazık ki başka bir inanca veya düşünceye tâbi bir insana, bir topluluğa göre orada katliama uğrayanlar için onlar müslüman, ya başka bir milleten veyahut farklı bir düşüncededirler gibi bakış açıları hakimdir. Ne yazık ki bu tür ayrıştırmalarımız sonucu göz göre göre oradaki insanların acı içinde kıvranarak ölmelerine sessiz kalıyoruz. Maalesef ki bugün tüm dünyanın bu soykırıma karşı sessiz kalmasının belkide en büyük sebebi, ayrıştırıcı davranışlarımız ve bireysel farklılıklarımızın olmasıdır. Bu tür ahlaki olmayan tavırlarımız bizleri bu acılara karşı kör, sağır ve dilsiz bırakıyor. 

Ortadoğu'da Filistin'nin yaşadığı zulüme karşı insan kalabilmenin yolu, bu zulümlere karşı ses çıkarmaktan geçer. Bugün etnik köken ve kimlikten, farklı inanç veya düşünceden çok insani bir kimlik edinilmeli ve böylesine kanlı bir savaşa karşı topyekûn birleşerek büyük bir tepki doğmalıdır. Unutulmamalı ki bu toplumsal tepki  insani bir ödevimizdir. Bu durum sadece Filistin'de değil, yeryüzünde savaş suçlarının işlendiği ve insanların katliamlara maruz kaldığı her yerde ortak tepki gösterilmelidir. Bugün İsrail'in öncülüğünde Yahudiler'in Gazze'de yaşattığı soykırıma karşı başta kendisini Müslüman devleti olarak tanıtan devlet yöneticileri ve sonrasında tüm dünya devlet liderleri bu suça karşı sessiz kalarak, İsrail'in işlediği suça ortak olmaktadırlar. Bu kanlı savaşa karşı sessiz kalmanın diğer bir anlamı ise bu katliama göz yumarak, onay vermek demektir.

Geçmişte Adolf Hitler'in öncülüğünde Almanya ve Polonya'da binlerce Yahudi acı bir soykırımdan geçti. Maalesef bu soykırım tarihin tozlu sayfalarında ve zihinlerde hiç silinmedi. Çünkü insanlık tarihinde kara bir leke olarak kaldı. Binlerce kadın, çocuk, genç ve yaşlı en acımasız silahlar ile barbarca kanları dökülerek katledildi. Elbette ki bu katliamları birebir yaşayan ve yakından tanık olanlar bu acıyı kitaplara yazdı, kimi görsellere dökerek çizimler ile anlattı, kimileri ise halen bu durumu ağıtlar halinde geçmişlerine yas tutmaktadır. Yahudi katliamını en çok Roman Polanski'nin yönetmenliğini yaptığı “THE PIANIST” (PİYANİST) adlı sinema filmi ile ilk izlediğimde tüylerim diken diken olmuştu. Diyebilirim bu film ile beraber Kanlı Yahudi katliamını ancak en iyi bu şekilde sanata uyarlanarak anlatılabilinirdi. (İzlemeyenler için mutlaka izlemenizi öneririm.) Şöyle ki filmde bir insanın renginden, inancından ve düşüncelerinden dolayı uğradığı insani dışı muameleleri izlediğinizde, inanın şu yaşadığımız dönemde kendi etinizden, kemiğinizden iğrenir duruma gelirsiniz. Bu nasıl bir nefret öğretisidir? Bu nasıl bir acımasızlıktır? Diye kendinizi sorgulamaya gidersiniz. Elbette neticede bu bir film, her ne kadar bu yaşanmış acı trajediyi filmlere yansıtılmaya çalışılsa da yinede tam manasıyla eksik kalır. Çünkü gerçekte yaşanan acıların hiçbir şekilde tarifi hissedilip, tüm gerçekliğiyle anlatılamaz. Sadece geçmişte Yahudi katliamı değil, yakın tarihlerde yakından tanık olduğumuz barbar DAİŞ çetelerinin Ortadoğu'da özellikle Kobane ve Şengal'de yaşatmış olduğu katliamları kendi gözlerimizle gördük. Bugün ise maalesef ABD ve İsrail'in öncülüğünde Filistin'de, Yemen'de yaşatılan sivil katliamların dur durak bilmeyen zulümlerine şahit oluyoruz. 

İşte geçmişte kendi ataları bu acı kıyımdan geçirilen Yahudiler, bugün aynı acıyı, aynı katliamı Filistin halkına yaşatıyor. İsrail yönetimi tarihte acı katliamı yaşayan atalarından ders almak yerine aynı cinayeti işleyerek, bu dönemin eli kanlı Adolf Hitler'in tekerrürü olarak kendilerini tanıtıyorlar. Size İsrail'in saldırılarından bu yana Filistin'deki acı savaş tablosunu açıklamak istiyorum. Bugüne kadar en az 10 bini çocuk, 7 bini kadın olmak üzere toplamda 23 bin 84 Filistinli öldürüldü. Enkaz altında binlerce ölü olduğu bildirilirken, hâlen halkın sığındığı hastane ve eğitim kurumları hedef alınarak sivil altyapı tahrip ediliyor. Yani savaşların bir ahlakının olduğuna inanırız. Savaşlarda sivil halk hedef alınmaz. Hastaneler, ibadethaneler, su kaynakları, yaşam malzeme depoları, sivil geçiş koridorları ve okullar bilinçli bir şekilde, alelen hedef gösterilip saldırılmaz değil mi?  İşte maalesef İsrail yönetimi bu saydığım insani yaşam soluğun alındığı tüm alanlara bombardımanlara tutarak acımasızca saldırılar düzenliyor. Günler geçtikçe, insanlar sustukça saldırma şiddeti daha da artırıyor ve bu da daha çok insanların ölebileceğini gösteriyor.

Bu acı savaş tablosu ile beraber kendini Müslüman ülkesi olarak tanıtan devletler sınıfta kaldı. Özellikle Avrupa ve Dünya'nın Dev devletlerinin o müthiş insan hakları bildirgeleri ve uluslararası savaş hukukları yerin dibine girdi. Ülkemizde ise Siyasal İslam rüzgarını esen AKP hükümeti, bu olup bitenlere karşı sessiz kalmak ile beraber kendi bakanlıklarının ticari gemileriyle İsrail ile arasında deniz yolu ticaretini daha da genişletti. Hatta Türkiye ile İsrail'in ekonomik ticareti savaş öncesi ve savaş dönemine bakılarak değerlendirildiğinde çok açık farkla savaş döneminde daha çok ekonomik ticari ilişkiler artmaktadır. Yani bu tepkisizliklerden ve ticari gelişmelerden çok net anlaşılıyor ki, ne Filistin ne de Mescid-i Aksa hiçbir zaman ülkemizdeki siyasi iktidarın kırmızı çizgileri halene gelmemiştir. 

Maalesef öyle bir iğrenç dönemin tanığıyız ki yaşadığımız bu coğrafyalarda bir karış toprak parçası için yüzlerce insanın kanı acımasızca dökülüyor ve binlerce insan yaşam bulduğu topraklardan sürülerek göçüp gidiyor. Yaşanan tüm bu zulümlere karşı artık acıları ayrıt edemiyorum. Bugün Filistin'e baktığımda sadece şunu görüyorum. Her an ölümü baş ucunda korkuyla ecelini bekleyen savunmasız yüzlerce, binlerce kadın, çocuk, genç ve yaşlının olduğu bir portrede, yalnızca insanlığımızdan utanıyorum. Doğrusu halen anlamış değilim. İnsan nasıl oluyor da kendi tabiatından olan bir varlığı bu denli düşmanca yok etmeye çalışır. 

İsrail'in, Filistin'deki zulmünü kınıyor, İnsanların öldürüldüğü tüm savaşları lanetliyorum.