Yeryüzünde üretim yapan her marka, ürünlerinin standartlarını ve kalitesini büyük bir disiplinle koruyan kalite güvence departmanlarına sahiptir. Bu departmanlar, kurumsal yapının vazgeçilmez bir parçası olsa da, özünde kurumun vicdanını ve ahlakını yansıtır; tüketicinin haklarını, şirketin kâr odaklı çıkarlarının önüne koyar. Üretim hatlarını durdurma, standartlara uymayan ürünleri pazara sunmayı engelleme gibi kritik yetkilerle donatılmış bu birimler, hem kurumu hem de kullanıcıyı eşit derecede korur.

Örneğin, otomotiv devleri gibi küresel markalarda kalite güvence ekipleri, her bir bileşenin testini titizlikle yönetir ve bir vidanın bile standart dışı olması halinde tüm hattı felç edebilir. Bu yaklaşım, sadece hataları önlemekle kalmaz, markanın uzun vadeli itibarını da pekiştirir.

Futbol dünyasında ise durum benzer bir mantıkla işler: Her kulüp, "futbol oyunu" adını verdiğimiz bir ürün üretir. Haftalık ritüellerle, iç saha veya deplasman fark etmeksizin, bu ürünü taraftarlara –yani tüketicilere– bilet ve yayın gelirleri karşılığında sunar. Ürün, sahadaki 90 dakikalık performansla ölçülür; top hakimiyeti, savunma disiplini, hücum organizasyonları gibi unsurlarla değerlenir. Peki, Amedspor gibi köklü bir kulüpte bu oyunun kalitesini güvence altına alacak, bağımsız bir denetim mekanizması var mı?

Maalesef, mevcut yapıda böyle bir departman bulunmuyor. Görev, transfer politikalarını belirleyen futbol şubesi ve takımı sahaya hazırlayan teknik heyete bırakılmış durumda. Oysa bu iki birim, üretimin doğrudan parçasıdır; futbolcuları seçen, antrenmanları tasarlayan, maçı sahneleyen güçtür. Kendi yarattıkları ürünü denetlemeleri, hem etik hem de pratik açıdan imkansızdır. Üstelik bu, çıkar çatışmasını da körükler: Şube ve heyet, başarı baskısı altında kısa vadeli kazanımlara odaklanırken, uzun vadeli standartlar göz ardı edilebilir.

Lig maratonunda Amedspor'un averajla üçüncü sıraya yükselmesi, bu konuyu acil kılan bir dönüm noktası. Bu konum, pratikte şu anlama geliyor: Amedspor, Süper Lig hayaline bir adım daha yaklaştı. Şampiyonluk ihtimali bu denli somutlaşmış bir ortamda, öncelikli strateji oyunun kalitesini muhafaza etmek olmalı. Zira zirveye taşıyacak olan, sahadaki tutarlı performans: Topa sahip olma oranlarının istikrarı, gol atma ve yeme disiplini, rakip analizlerindeki derinlik. Ancak performansı ölçen ve raporlayan yapı, aynı zamanda o performansı üreten ekip olamaz. Bu, nesnel değerlendirmeyi baltalar; öznel yorumlar devreye girer ve hatalar gizlenir.

Dünya çapında başarılı kulüplerde bu boşluğu dolduran, sportif direktörlük ekipleridir. Örneğin, Avrupa'nın elitlerinde –Barcelona'da Deco gibi isimler veya Manchester City'de Txiki Begiristain– sportif direktörler, teknik ekibin raporlarını bağımsızca inceler, veri analitiğiyle destekler ve sezon ortası müdahaleleriyle standartları korur.Sportif direktörler, transferden taktik ince ayarına kadar kalite zincirini yöneterek başarıyı kalıcılaştırır.

Amedspor’un bu fırsat penceresinde, vakit kaybetmeden geçici bir ekip kurması şart. Denetleme ekibi, veri analistleri, eski futbolcular ve strateji uzmanlarından oluşmalı: Maç sonrası raporlar hazırlamalı, antrenman verilerini gözden geçirmeli yanlış ve hatalı olanları izole etmeli, teknik heyete geri bildirimde bulunmalı. Toplam kalite yönetimi prensiplerini futbol'a uyarlayan, profesyonel kulüplerde bu yapıların başarı oranını %30'a varan oranda artırdığını gösteriyor …

Amedspor'un Diyarbakır'dan yükselen enerjisi, bu denetim mekanizmasıyla şampiyonluk maratonuna dönüşebilir; yoksa, zirve yakınken tökezlemek kaçınılmaz olur.Sonuçta, futbol bir endüstriyse, kalite güvencesi de onun omurgasıdır. Amedspor, bu adımı atarak hem saha içindeki hem saha dışındaki kazanan taraf olmayı seçmelidir. Taraftar, kaliteli bir ürün hak ediyor – ve o ürün, vicdanlı bir denetimle doğar.