Zulüm varsa direniş olur. Etki tepki olayı. Susuz kalan insan su aramaya çıkar. Acıkan insan yemek yemek ister. Kirlenen insan yıkanmak ister. Toplum içinde sınıflar, zengin ile fakir varsa insan bu eşitsizlikleri ortadan kaldırmak için mücadele eder. Sınıfsal farklılıklar insanın doğal yapısına ve oluşumuna zıttır. Doğru olan, insanın belli bir uyum içinde eşit koşullarda insanca yaşamasıdır. Sosyal-izm, insanın sosyal, toplumsal varlığıdır. Sosyalizmi sadece bir sınıfsal sorun, işçi ile patronun kavga sonucu ortaya çıkan bir sistem olarak görmek insanın sosyal toplumsal gerçekliğine dar yaklaşmak olur. İnsan toplu olarak var oldu, birbirini güçlendirdi ve birbirinin yaşam gücü oldu. Toplumdaki doğal eşitliğin kırılması bütün gücün toplumdan alınıp küçük bir elit seçkin sınıfın eline geçmesiyle, tekeline girmesiyle oldu.

Maddi güç, siyasal güç üzerinde iktidar olan seçkin aile devlet olmuş, toplumu köleleştirmiş, kendisini tanrı yada yarı tanrı ya da tanrının yeryüzündeki temsilcisi olarak görüp topluma Kaderciliği dayayıp, toplumun insan olmaktan çıkarıp kendilerini SARAYLI/SOYLU ilan edip işte günümüze kadar devam eden sınıflı yani bir kesimin ayrıcalıklı olduğu sistemi oluşturdular. Toplumun kaderine razı olması, gücünü kaybetmesi, küçük bir elit seçkin sınıfın ortaya çıkmasına yol açtı. En kötüsü de, toplumun ne hale getirildiğinin farkında olmaması ve köleliği doğal ve kaderi olarak görmesidir. Sosyalizm ütopya değildir, hayatın ve insanın doğal yapısıdır. Toplum gerçek anlamda sosyal hale geldikçe zaten kendi türünü ezmeyecektir, eşit koşullarda insanca yaşayacaktır. Marx, insanın bu gerçekliğini bildiği için harekete geçti. Ama Marksizm yoktan var olmadı, insanın doğal yapısına, komünal yaşam değerlerine dayanarak var oldu.

Yani Marx, önceden var olmamış ve yaşanılmamış bir sistemi yoktan var etmedi, ama komünal sistemin çağımızda modern olarak tekrar gelişeceğini ve yaşanılacağını tespit etti ve bunun ilkelerini, programını geliştirdi..... Ancak bir yerde, hataya düştü, sosyalizmin devletin eliyle gelişeceğini söyledi. Oysaki devlet toplumun düşmanıdır, toplum üzerinde hakimiyet kuran asker sermaye bürokrat sınıfın iktidarıdır. Komünist örgüt devleti ele geçirirken devletin içine yerleşip devleti güçlendirmez, devleti eritir, toplumu güçlendirir, sosyalize eder, kendi kendisini yönetebilecek bir seviyeye getirirki sosyalizm var olabilsin. Yani devletin ortadan kaldırması demek küçük asker sermaye bürokrat sınıfın toplum üzerindeki egemenliğinin son bulması demektir. Devrimci örgüt devleti ele geçirir ama toplumu tekrar hayatın öznesi yapmak için, küçük bir elit seçkin sınıfın toplum üzerindeki iktidarına son verip toplumun kendi toplumsal komünal yönetimini kurar.

Demek ki komün--izm, bir ütopya değildir, insanın yaşam hakikatidir. Sosyalizmde ezilen ulusa çözümleyici yaklaşılır, yani bir ulus eğer başka bir ulusun devleti tarafından eziliyorsa, hatta asimile edilmek, yok edilmek isteniyorsa sosyalizm buna dur der, ezilen ulusun kendi kaderlerini tayin etmesini sağlar. Sosyalizmde milletler vardır ama milliyetçilik yoktur, ama ezilen ulusunda yanındadır. Sosyalizm ezilen ulusun ulusal mücadelesini milliyetçilik olarak görmez, ve ezen ulusun devletinin zulmünü faşizm olarak görür ve bunu ret eder. Türkiye'de kendilerine sosyalist solcu diyenlerin önemli bir bölümü mesele Kürtler olunca çark ediyorlar mızmızlanıyorlar. Türkiye'de Kürtlerin durumu kimlerin gerçekten gerçek sosyalist olmadığını gösterebilecek önemli bir sorundur. Sosyalistlerin gerçekten sosyal--ist olup olmadıkları Kürtlere yaklaşımlarında belli olur. Kürtlerin mevcut durumu kimlerin sosyal--ist olmadığını kanıtlamak için iyi bir sınavdır aslında.

Kemal Söbe