Bence, çok fazla ciddiye alıyoruz her şeyi. Hatta Nejat abinin söylediği gibi Yaşamayı ciddiye almamayı da çok fazla ciddiye alıyoruz.

Yaşamaya çalışırken kaçırdığımız, tutunamadığımız, kendi zelzelelerimiz, kırık fay hatlarımızın depremlerine kaptırdığımız, o içsel coşkunun şahikasından mahrum kaldığımız neden, niçin, acabalara, belkilere, keşkelere, kurban verdiğimiz mutluluğu neden yaşayamayız. Bence, çok fazla ciddiye alıyoruz her şeyi. Hatta Nejat abinin söylediği gibi Yaşamayı ciddiye almamayı da çok fazla ciddiye alıyoruz. Bir su damlası olmak gerekir hayatın saydamlığı üzerinde, bir kuş tüyü hafifliğinde dokunmak gerekir her zerreciğe, kanatlarımız açık, gözlerimiz hedeflerimizin ufkunda, bir gül tanesi duruluğunda dikenlerden uzak durmak ve yaşamak gerek! 

Dal ucunda açmış çiçeklerin kokusundan görmeli görülmesi gereken her şeyi! Biliyorum insanlar, insancıklar, firavun dölütleri, zalim artıkları, çöp tortuları buna izin vermiyor! Ama olsun kötülüğün sinesinde dik durmak gerekiyor bir mızrak gibi! Rüzgarın öptüğü delişken bir atın yelesi olmalıyız. Biliyorum terkimizde acılar, hatıralar ve çokça yara. Ama yine de heybelerimizde çocuk gülüşleri, çocuk gıdısı, çocuk öpücükleri göğsümüzün üstünde pamuk ucunda serinleyen kiraz tazeliği... Terkimizin sancısını heybemizin türküsüyle yatıştıralım. Biliyorum bu vatanda çiçekler, gül taneleri kopartılmak için büyütülüyor. Ama bizler onlardan değiliz. Bizler Şeyh Bedrettin boynundanız harami saltanatlarını yıkacak olan! Urganlar, idam ilmikleri, tutsaklık kemendleri örenlere karşı iplerden salıncaklar kuranlardan, yar mendilleri örenlerdeniz bizler! Tenin tene kavuşacağı o ıslak gecenin karanlığı, doğaya cıvıldayışlarını verecek olan baharın sesiyiz, aydınlığa uzanacak olan yolun ayak izleriyiz! Ne bir cellat susturabilir sesimizi, Ne de bir yılgınlık durdurabilir bizleri! 

‘’Yaşam bir düştür uyanmak bizi öldürür’’ demiş demesi gerekenler! Bu sözü tutmak ve bırakmamak gerekir. Yaşamın ve hayatın çıplaklığı karşısında düşlerde ısrar etmek gerekir. İnsanın kendi iç dünyasında, öznelliğinde, benliği ve iradesinde ısrarı özgür olmadaki ısrardır! Dışımız, boynumuzu vurmak, bileğimizi bükmek, bizlere insanlığımızı yitirtmek için didinip durur. Buna karşı içimizin kudretini, insanlığımızın kocam elleri ve kocaman ayaklarına sahip devleri uyandırmalıyız! Her birimiz kendimizi namlusunda, yarım kalmış ne varsa tamamlayacak diğer yarının açacağı silahlara dönüştürmeliyiz! Bu da kendini bilmekle oluyor! Kendini kaybeden hiçbir şeyi bulamaz. Kendini yitiren her şeyi kaybetmiştir.  

M.Ö 400’lerde Yunanistan-Delphi'deki Apollon tapınağının girişine yazılmış bir söz vardır: ‘’Kendini bil- Kendini tanı’’ 

Şair Alexander Pope, Şöyle seslenir; 

‘’Sen seni bil, bırak Tanrı’yı incelemeyi 

   Kendindir kendinin asıl bileceği’’ 

Yaşamak gerek; Bilerek, farkında olarak, yiten her saniyenin telafisinin mümkün olmadığının bilincinde, yaşam eserinin sanatçısı hazzında yaşayarak!